İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından hazırlanan “10’uncu Yılında Abluka’nın İnsanlık Dışı Sonuçları” adlı Gazze raporu, vakıf genel merkezinde düzenlenen basın toplantısı ile kamuoyu ile paylaşıldı.
İHH Başkanı Bülent Yıldırım ve Yönetim Kurulu üyelerinin katıldığı toplantıda ayrıca Türkiye’nin İsrail’e NATO vetosunu kaldırması, Mavi Marmara şehit ve mağdurlarıyla ilgili Türkiye-İsrail arasındaki görüşmelere dair açıklamalar da yer aldı.
İşgal rejimi İsrail tarafından Gazze’de 10 yıldır devam eden kara, hava ve deniz ablukasının kaldırılacağı sözü verilmesine rağmen hala ablukanın sürdüğü belirtilen toplantıda, İsrail’in şimdiye kadar verdiği sözlere riayet etmediği ve bundan sonra da etmeyeceği vurgulandı. Uygulanan ablukanın Gazze’nin geleceğini yok ettiğine dikkat çekildi.
Gazze’de son durum
Basın toplantısında konuşan İHH Başkanı Bülent Yıldırım, Gazze’de devam eden ablukanın insan yaşamını son derece olumsuz etkilediğini vurgulayarak şunları kaydetti;
“İşsizlik yüzde 50, fakirlik yüzde 80’e ulaşmış durumda. 100 binden fazla insan evsiz kaldı ve akrabalarının yanında yaşıyor. Nüfusun yarısı 18 yaşın altında, bunlardan 300 bin çocuk ya bir yakını ya annesi ya da babası vefat etmiş, öldürülmüş ve travma yaşıyor. Halkın yüzde sekseni yurt dışından gelen yardımlarla yaşıyor. Günde en fazla sekiz saat elektrik veriliyor, bazen hiç verilmiyor ve bazen de günde bir saat kadar veriliyor. Bu da doğal olarak orta ve küçük ölçekli sanayi işletmelerine ve hastanelere zarar veriyor. Her bin doğumda ise 23 çocuk hayatını kaybediyor.”
Gazze’nin nefes boruları olarak bilinen tünellerin işgalciler tarafından yerle bir edildiğinin altını çizen Yıldırım, hastaların sağlıklı koşullarda tedavi göremediğini belirterek konuşmasını şöyle sürdürdü;
“Biliyorsunuz ne yazık ki Refah sınır kapısı Mısır’ın darbeci lideri Sisi yönetiminden sonra kapatıldı. İnsanlar dışarıya çıkamıyor, dışarı ile irtibat kuramıyor. Dolayısı ile Gazze ablukasının artık kalkması gerekir. Abluka sanki artık anlamsızmış gibi dünyada bir algı oluşturulmaya çalışılıyor.”
İsrailli Konsolosun küstah açıklamaları
Geçtiğimiz günlerde basında genişçe yer bulan İsrail’in İstanbul Başkonsolosu Shai Cohen’in Türkiye ile adeta dalga geçercesine yaptığı açıklamalara vurgu yapan Yıldırım, “Yani Konsolos diyor ki siz ne yaparsanız yapın yine İsrail’in dediği olacak!” Yıldırım, konuşmasının devamında şöyle dedi;
“Konsolos, ablukanın yasal olduğunu söylüyor. Halbuki ablukanın yasal olduğuna dair hiçbir belge yok. Buna Birleşmiş Milletler ve Avrupa Parlamentosu kararları da dahil. Fakat buna rağmen Türkiye’de bazı bürokratların, Cumhurbaşkanı, Başbakan ve Dışişleri Bakanı’na rağmen imzalamış olduğu Palmer Komisyonu’nda bu yasallık maalesef kabul edilmiş durumda.”
Normalleşme şartı olarak öne sürülen 3 maddenin önemini bildiklerini, özür şartının güzel bir gelişme olduğunu fakat tazminat konusunda belirtilen rakamların komik olduğunu ve mağdur ailelerini rencide ettiğini belirten Yıldırım, “Ortalıkta dolaşan rakam lütuf tazminatıdır. İsrail zaten bize çeşitli yollarla 1 milyar dolar teklifini yapmıştır. Hâlbuki bunun uluslararası hukuktaki karşılığı 3 milyar dolardır. Buna rağmen İsrail konsolosu 20 milyon dolardan bahsetmektedir” dedi.
Yıldırım, üçüncü şart olarak Türkiye’nin öne sürdüğü ‘abluka kalkacak’ maddesinin içini boşaltmaya yönelik İsrailli Konsolos Kohen’in “Yardımlar Aşdod limanından gidecek çünkü zaten Gazze’de bir liman yok” açıklamalarının bir başka manası olduğunu ifade etti. Yıldırım, bahsettiği konuda şunlara dikkat çekti;
“Türkiye Aşdod limanını kabul eder mi? Türkiye bu mesele için bir iç hesaplaşmaya gitti. Biliyorsunuz Türkiye’de bir çevre ‘otoriteden izin alınması gerekirdi’ dedi değil mi? Fakat Türkiye’de devlet ve millet bizim ortaya koyduğumuz bu eyleme destek vererek, ‘Otorite diye bir şey yok, bu insani krizdir’ dedi. Buna rağmen Türkiye’den gidecek yardımların Gazze değil de Aşdod limanından sahiplerine ulaştırılması otoritenin kabul edilmesi demek olur. O zamanda bu mücadelenin hiçbir mantığı kalmamış olur. Öyle değil mi?”
İsrailli konsolosun kendisini çok akıllı zannettiğini söyleyen Yıldırım, “Konsolos adeta Türkiye ile dalga geçiyor ve diyor ki, ‘Bizim için Akdeniz’de çıkarılan gaz çok önemlidir. Çıkarılan bu gazın Türkiye üzerinden Avrupa’ya ulaştırılması Türkiye açısından da çok önemlidir. Fakat bu gaz ancak üç ya da dört yılda çıkartılabilir. Ondan sonra da araştırma yeri tespit edilir, daha sonra araştırmalar derinleştirilir’ diyor. Yani Türkiye’ye diyor ki ‘Sana 20 yıllık hedef veriyorum ama 20 dakikada da bütün kazançlarını senden alacağım.’ Türkiye’nin bunu kabul etmesi mümkün mü? Türkiye artık eski Türkiye değil!” dedi.
Uzantılı Bürokratlar
Palmer Komisyonu ile birlikte bir algı operasyonunun yapıldığına dikkat çeken Yıldırım, seçilmişlerin bu komisyon kararlarını reddetmesine rağmen uzantılı bürokratların bu çıkışlarının İsrailli Konsolosun küstahça konuşmasına fırsat sağladığını belirtti.
Yıldırım, uzantılı bürokratların 28 Şubat döneminde halka zulmeden iktidar sahiplerine danışmanlık yaptığını belirterek masada sadece Dışişleri Bakanlığı Müsteşarı Feridun Sinirlioğlu’nun bulunmasının İHH’yı ve şehit ailelerini tedirgin etmekte olduğuna dikkat çekti.
Türkiye’ye giriş yasakları
Türkiye’de ve dünyada açılan Mavi Marmara davalarından asla vazgeçmeyeceklerinin altını çizen İHH Başkanı Yıldırım, son dönemde 40 bin kişiye Türkiye’ye giriş yasağı konulduğunu belirtti. Bu isim listelerinin İsrail ve bazı devletler tarafından gönderildiğini belirten Yıldırım, listelerdeki isimlerin kontrol edilmeden yasaklandığına vurgu yaptı. Yıldırım konuşmasını şöyle sürdürdü;
“İHH Yönetim Kurulu’ndan Osman Atalay ve ben bu listedeyiz. Bosna’nın en yiğit adamlarından Hasan Cengic, Filistin Dışişleri Bakanı gibi çok sayıda önemli isim bu listede yer alıyor. İsrail’den gelen bu liste kontrol edilmeden onaylanıyor. İHH ve Yönetim Kurulu üyelerini dünya kamuoyunda terörist olarak lanse edilmesinin yolu açılıyor. Bu listelerdeki insanlar G87 ve G89 terör kodlamasıyla yaftalanıyor. Devlet içerisinde bu listelerin kontrol edilmeden onaylanmasında imzası bulunan yetkililer hakkında suç duyurusunda bulunacağız.”
Türkiye-İsrail ilişkileri
Türkiye-İsrail ilişkilerine de vurgu yapan Yıldırım, İsrail’in şımarık bir devlet olduğunu söyledi ve NATO’da İsrail vetosunun kaldırıldığı günün gecesinde Gazze’nin Siyonistler tarafından bombaladığını ifade etti.
Mavi Marmara olayının ardından Türkiye’nin ‘alıcı’ olduğunu fakat NATO’da kaldırılan veto ile ‘verici’ konumuna düştüğünü belirten Yıldırım şöyle konuştu;
“Mavi Marmara olayında tüm uluslararası hukuk kurumlarınca bizim haklılığımız tescil edilmiş olmasına rağmen neden biz ‘verici’ konumuna düşüyoruz? Bunun hesabını şehitlere ve şehit ailelerine nasıl vereceğiz? Bunun karşılığı, Gazze’ye sokulmasına izin verilen üç–beş ton çimento mudur? Rahmetli Abdülhamit Han, ‘kanla alınan topraklar ancak kanla verilir’ diyerek iktidardan düşme pahasına Gazze’yi savunmamış mıydı?”
İskenderun şehitleri
Genelkurmay Başkanlığı’na da seslenen İHH Başkanı Yıldırım, 30 Mayıs 2010 günü İskenderun’da şehit edilen 6 askerin hesabını neden hala sorulmadığını hatırlattı ve İsrail’in zaten Türk askeri kuvvetlerine saldırarak alenen Türkiye’ye savaş açtığını belirtti.
İsrail şunları yapmak zorunda
Basın açıklamasının sonunda İsrail’in yerine getirmek zorunda olduğu maddeleri kalem kalem sıralayan Yıldırım, şunları söyledi;
“İsrail ablukayı kaldıracak. Hapishanelerdeki zanlıları adil mahkemelere çıkartacak. Haksız fiil tazminatı verecek. Gazze ve Batı Şeria’nın özgürlük alanlarını kabul edecek. Çocuk ölümlerini durduracak. Mescidi Aksa’ya yapılan saldırıları durduracak. Raid Salah’ı da serbest bırakacak.”
Mavi Marmara yoluna devam ediyor
31 Mayıs’ta Mavi Marmara’nın İstanbul Sarayburnu’na getirileceğini ve çeşitli etkinliklerle 3 gün boyunca Anadolu’dan gelecek katılımcılara Mavi Marmara ruhunun anlatılacağını belirten Yıldırım, “İsrail, Mavi Marmara’nın yoluna devam ettiğini görecek” dedi.
İHH İnsani Yardım Vakfı tarafından hazırlanan “10’uncu Yılında Abluka’nın İnsanlık Dışı Sonuçları” adlı Gazze raporunun tam metni:
2007 yılında Gazze’nin Hamas yönetimine geçmesi üzerine işgal rejimi İsrail tarafından, kara, hava ve deniz ablukası başlatılmıştı. Yaklaşık 1,8 milyon nüfusu bulunan Gazze bölgesinde onuncu yıla giren abluka ve kısıtlamalar insanların yaşamını sürdürülemez hale getirmiştir. Mısır rejimi ile İsrail arasında ilan edilmemiş ittifaka göre yürütülen bu kısıtlamalar 2013 yılında Mısır’daki darbeden sonra Refah sınır kapısının kapatılması ile daha acımasız bir aşamaya geçmiştir.
Bu kısıtlamalar nedeniyle bölgenin milli geliri yarı yarıya azalmış, işsizlik oranı %50’yi bulmuş ve fakirlik oranı %80’lere ulaşmıştır. Gazze halkı bu kuşatma nedeniyle adeta açık hava hapishanesinde yaşamaya mahkum edilmiştir. Uygulanan insanlık dışı abluka nedeniyle sadece ekonomik ve siyasi alt yapı değil, toplumun sosyal dokusu da bozulmuş, aileler parçalanmış ve şiddet eğilimi artmıştır. Yıkılan evleri nedeniyle 100 binden fazla insan evsiz kalarak akrabalarının yanında yaşamaya mahkum edilmiştir. Nüfusunun üçte ikisi zaten mültecilerden oluşan Gazze’de yeni evsizlerle hayat daha büyük bir yüke dönüşmüştür.
Durumu daha trajik kılan konu ise bu nüfusun yarısını 18 yaş altı çocukların oluşturmasıdır. Bu da bölge halkının dışa bağımlılığını arttırmaktadır. Yaşanan abluka bugünün büyüklerinden ziyade Gazze’nin geleceğini yok etmektedir. 300 bin çocuk ya bir yakının kaybetme veya bombardımanlar nedeniyle psikolojik travma tecrübe etmiştir.
Küçük bir toprak parçasında yoğun bir nüfusun yaşamak zorunda kalması bölgenin haddinden fazla dünyaya bağımlı hale gelmesine neden olmuştur. Alt yapıdan yoksun olan Gazze’de, temiz içme suyundan elektriğe, uygun barınma imkanından eğitime kadar her alanda durum kötüleşmektedir.
Ekonomik durum
Uygulanan abluka sonucunda, Gazze bölgesinin ekonomik göstergeleri 2005 yılına kadar süren fiili İsrail işgali döneminden daha kötü bir duruma gerilemiştir. Örneğin 1994 yılında Gazze’de kişi başı gelir ortalama 1327 dolar iken, zaman içinde sürekli düşen bu rakam, 2015 yılında 1273 dolar düzeyine gerilemiştir. Aynı süre içinde İsrail’in içindeki ortalama gelir neredeyse 20 kata yakın artış göstermiştir. Bölgedeki işsizlik oranı resmi olarak %30 olmakla birlikte, iş sahibi olarak kayıtlı görünen binlerce çiftçi, tamirci, balıkçı dönemsel çalışma dışında sürekli çalıştıkları bir işten mahrumdur. Bu dönemsel işsizlerle birlikte rakam %50’nin üzerine çıkmaktadır. Genç işsizlik ise bölgenin en büyük problemidir. 20-24 yaş arası gençler arasındaki işsizlik oranı %58’dir. Gazze halkının en büyük geçim aracı yurt dışında çalışan akrabalarının gönderdikleri aylık 50-100 dolar düzeyindeki paralardır.
İsrail’in dönemsel olarak yürüttüğü saldırılar sonucunda ev, okul, cami gibi binaların yanı sıra binlerce dönümlük sera ve tarım arazisi de yok edildiği için bölgede sık sık gıda sıkıntısı ortaya çıkmakta. Aynı saldırılarda binlerce hayvan telef olduğu için halkın geçim kaynakları her yıl telafisi imkansız bir şekilde yok edilmektedir.
Bölgenin en önemli tarımsal geçim kaynakları olan çilek, domates ve çiçekler kolayca bozulan ürünler olduğu için, İsrail’in keyfi kısıtlamaları nedeniyle ihracatı oldukça zahmetli hale gelmekte ve bölgenin tek ihraç kalemi böylece ekonomik alandan kaldırılmaktadır. Gazze’deki tarım arazilerinin %35’lik bölümü, İsrail sınırına yakın oldukları ve Yahudiler için risk oluşturdukları için tehlikeli bölge ilan edilmiş ve bu bölgede tarım yapılması yasaklanmıştır. Benzer şekilde balıkçılık sektörü için Gazze sularının %85’ini kullanması yasaklanmıştır.
Gazze’ye uygulanan ablukanın en acı ekonomik sonuçlarından biri insanların gıda güvenliğinin tamamen yok olmasıdır. Bugün halkın %44’lük bir bölümü gıda güvenliğinden yoksundur. Halkın %80’i ülke dışından gönderilen insani yardım malzemeleri ile geçimlerini sağlamaktadır.
Altyapı:
Gazze’de günde en fazla 8 saat elektrik verilmektedir. Evlerde hayat jeneratör ve pahalı yakıt giderlerine rağmen sürdürülse de, hastanelerdeki cihazların düzensiz elektrik akımları nedeniyle sık sık arızalanması hayati riskleri ve masrafları arttırmaktadır.
Tüm temiz su kuyuları elektrikle çalışırken, kesintiler dolaylı olarak temiz iç suyu ihtiyacını olumsuz etkilemektedir. Yine sürekli kesintiler nedeniyle Diyaliz hastaları için hayati riskler had safhadadır. Elektrik kesintileri nedeniyle binlerce diyaliz hastası diken üstünde ve zor koşullarda yaşamını sürdürmektedir.
İsrail’in son saldırılarından sonra tamamı yerle bir olan yaklaşık 15 bin binanın yapımı tamamlanmadığı gibi, hasarlı okul ve hastanelerin tamiratına da başlanamamıştır. Bu güne kadar yapılan onlarca askeri saldırı sonucunda yıkılan ev, okul, hastane, sosyal tesis vb. binaların yapımı için gerekli inşaat malzemelerinin sadece %1’inin girmesine izin verilmiştir.
Gazze’de yaklaşık 25 adet hastane bulunmaktadır. Bunların toplam yatak kapasitesi 2 bin civarındadır. Bu da toplam nüfusla karşılaştırılınca her bin kişiye düşen yatak sayısı bakımından dünyanın en düşükleri arasına sokmaktadır. Bu hastaneler gerek imkanlar bakımından gerekse teknolojik alt yapı bakımından ihtiyacı karşılamaktan uzaktır. Çocuk ölüm oranları da dünya sıralaması ile karşılaştırılınca her 1000 doğumda 23 rakamı ile oldukça yüksek bir düzeydedir.
Gazze’de halen 500 binden fazla öğrenci bulunmasına rağmen mevcut okullar ihtiyacı karşılamadığı için en az 250 tane yeni okul binasına ihtiyaç bulunmaktadır. İhtiyacı görmek için mevcut okullar sabahçı ve öğlenci uygulaması yaparak yada ayakta kalan sınıflarda günde üç farklı grup eğitim vererek çözüm bulmaya çalışmaktadır.
Gazze’nin dünya ile bağlantıları: Kapılar
Gazze’nin dünya ile bağlantısı normal koşullardan altı sınır kapısı üzerinden sağlanmaktadır. Ancak bunlardan sadece üçü çalışmaktadır: İsrail’e açılan Erez ve Kerem Şalom kapıları ile Mısır’a açılan Refah geçişi.
Erez kapısı İsrail’e doğru olduğu için sadece Tel Aviv’den özel izin belgesi bulunan kişilere, bazı hastalara, uluslararası ziyaretçilere, insani yardım çalışanlarına ve İsrailli iş adamlarına kullandırılmaktadır. Bu nedenle Gazze’deki sıradan halk için Erez’den yararlanma imkanı çok düşüktür.
Buna karşın Refah kapısı Gazze halkının dünyaya açılan en önemli kapısıdır. Bu kapı 2014 yılından bu yılın başına kadar geçen süre içinde sadece 42 gün açık kalmış ve bu süre içinde Gazze’de kalan insanların tünellerden yararlanmasını da önlemek için tümü yerle bir edilmiştir. 2016 yılı içinde de Refah kapısı büyük oranda kapalı idi. Geçen hafta sadece iki günlüğüne açılmış ve önceden çıkış için kayıt yaptıran 17 bin kişiden sadece 1500 kişi yurt dışına çıkış yapabilmiştir. Refah’tan giriş çıkışlar bölge insanının ihtiyacını karşılamaktan çok uzaktır.
Sadece ticari emtia için kullanılan Kerem Şalom kapısı ise her ayın sadece yarısında açık kalmakta ve bu kısıtlı süre içinde aylık ortalama 10 bine yakın kamyon giriş çıkış yapmaktadır. Bu malların sadece onda biri uluslararası pazarlara yönelik tarımsal ihracat ürünlerinden oluşmaktadır. Kamyonların ’lik bölümü de uluslar arası yardım kuruluşlarının yardım malzemeleridir. Kalan miktarın büyük bölümü bölgeye giren zorunlu gıdalardan ve sınırlı miktarda inşaat malzemelerinden oluşmaktadır. Kamyon sayısı görece olarak yüksek görünmekle birlikte bölgenin ihtiyacı olan malzemelerin ancak üçte birini karşılayabilmektedir.
Sufa, Karni, Nahal Oz kapıları için tamamen kapalıdır.
Gazze’nin en önemli ihtiyaç kalemlerinden biri olan yakıt girişi konusunda durum son birkaç ayda normale dönmekle birlikte yakıt girişi konusundaki keyfilik sürdürülebilir bir iyileşmeyi imkansız kılmaktadır. Hamas’ın iktidara geldiği 2006 yılında 2 milyon litre olan yakıt girişi, o tarihten itibaren sistematik olarak 2009’da 0 litreye kadar düşmüş, 2012’den itibaren yeniden başlayarak bugünkü 4 milyon litre seviyesine yükselmiştir. Ancak bu rakam dahi bölgenin ihtiyacının yarısını ancak karşılayabilmektedir. Giren yakıtın büyük bölümü elektrik üretimi için kullanılmaktadır.
Türkiye ile yürütülen görüşmeler çerçevesinde Gazze limanının yapılacağı, elektrik probleminin Türkiye’den gönderilecek gemi elektrik santralı ile çözüleceği gibi haberler siyasi kanat arasında olumlu görülmekle birlikte askeri kanat tarafından temkinli karşılanıyor.