İsrail’in insani yardım filosuna saldırısının üzerinden bir yıl geçti. İsrail saldırısında yaralanan Mavi Marmara yolcularından biri de Londra’da yaşayan Filistin asıllı Ahsan Shamruk’tu.
1964 doğumlu Ahsan Shamruk, yirmi beş senedir Londra’da yaşıyor. Ailesi ise 1948’den bu yana İsrail işgali altında olan Ramle’de ikamet ediyor. Shamruk, Mavi Marmara baskınında başından ve karnından vurularak yaralandı, İsrail askerleri tarafından defalarca dövüldü ve İsrailli görevlilerin onu yolun ortasında bırakması sonucu yıllardır göremediği ailesini ziyaret etti. Shamruk’un yaşadıkları Zahide Tuba Kor tarafından hazırlanan ve İHH Kitap’tan çıkan “Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu: Yolcularla Söyleşiler” kitabında paylaşılıyor. Shamruk’un yaşadıklarından kesitler:
Kurşun başımdan girip dudaklarımdan çıktı
Kurşun başımdan girip dudaklarımı parçalayarak ağzımdan çıktı. Gemiye çoktan inmiş bulunan bir asker de elindeki lazer silahıyla beni karnımdan vurdu. Dört asker üstüme atlayıp yere yatırdı, ellerimi plastik bir kabloyla bağladı ve tekmelemeye başladı. İsrail’de doğup büyüdüğüm ve İbraniceyi çok iyi bildiğim için askerlerin birbirleriyle neler konuştuğunu anlayabiliyordum. Bana tekme atan askerlerden biri “O elebaşı, öldürün onu!” dedi. Bu, beni öldürme izni alan askerler için adeta bir fırsattı. Tekmeleme faslını tamamladıktan sonra -ki bunlar askerlerin postallarıyla attıkları çok fena tekmelerdi- yaklaşık iki saat beni yerde bıraktılar. Her yerim kanlar içerisindeydi. İki saat sonra gelip hâlâ hareket ettiğimi gördüklerinde askerlerden biri diğerine “Baksana şu (…) hâlâ yaşıyor!” dedi. Ayağa kalkmamı istediler, kalktım. Beni geminin baş tarafına götürüp tekrar yere yatmamı istediler ama reddettim. Zaten yaralıydım, daha ne yapabilirlerdi ki?
Bana tekme atıp vururlarken hiçbir şekilde en ufak bir acı dahi hissetmedim; çünkü o esnada zihnim tamamen Rabbime yönelmişti ve O’na “Beni cennetle mükâfatlandırman ve bir şehit olarak canımı alman için yeterince şey yaptım mı?” diye soruyordum. Hayatımın son demlerinde olduğumu hissediyordum ve bu nedenle Mavi Marmara’da yerde yatarken şehadet getirmeye başladım.
Beni helikopterde çırılçıplak soydular
Saatin kaç olduğunu hatırlayamıyorum ama bir sedye getirip beni yatırdıklarında gün ağarmıştı. Beni taşımadılar, helikopterin altına kadar sürüklediler. Helikopterden bir ip sarkıttılar. Asker sedyeyi kendisine bağlayarak beni helikoptere çekti. Helikopterde İsrail askerlerinin boyunduruğu altında çektiğim manevi işkence yaşadığım ve yaşayacağım her şeyin ötesindeydi. Zira bütün kıyafetlerimi çıkarttılar, çırılçıplak kaldım ve savunmasızca yere yatırıldım. Başından sonuna kadar Allah’a yalvardım çıplak kaldığımdan dolayı beni affetmesi için… Bu da yetmezmiş gibi helikopterde bir asker gelip ayağındaki postalıyla iki defa başıma tekme attı.
O ana kadar benim hangi ülkeden olduğumu bilmiyorlardı. Türk olduğumu zannediyorlardı bence ve bu nedenle hem gemide hem de helikopterde beni iyice dövdüler ve başımı tekmelediler.
12 saat kanlar içerisinde beklettiler
Hastanede beni bir başka odaya alıp yaklaşık on iki saat kanlar içinde beklettiler. Daha sonra ameliyathaneye götürdüler ve doktorlardan biri “On iki saat geçti, artık dikmemiz lazım” dedi. Dikiş ve diğer her şey bittikten sonra odaya geri götürüldüm. Herhalde orada iki veya üç gün kaldım. Odada yanımda Murat adında bir Türk kardeşimiz yatıyordu. İsraillilerin onunla nasıl dalga geçtiğini gördüm. Gerçekten çok ağrısı vardı ve öksürdüğünde kan geliyordu. Hiç şaşırtıcı değil, Allah benim onun yanında olmamı diledi. Çünkü hemen yanı başımda naylon torba vardı, ne zaman öksürüp ağzından kan gelse poşeti Murat’a verdim. Tuvalet ihtiyacı olduğunu söylediğinde, ona gerekli şeyleri verip yardımcı oldum. Yanı başımda mendiller vardı, istediğinde verdim… Bütün bunlar bence Allah’ın bir takdiriydi.
Kısa bir süre sonra sanki hiçbir şey olmamış gibi yürüyebilmeye başladım, sadece bedenimde yara bere kalmıştı. Ayaklarıma zincir takıp ellerimi de kelepçelediler. Bizi kim zannediyorlardı bilemiyorum ama hastanede 24 saat sürekli yanı başımızda askerler ellerinde makineli tüfekleriyle beklediler…
Pijama ve terliklerle yolda indim, annemin evine gittim
Daha sonra beni hastaneden Ramleh Hapishanesi’ne götürdüler. Burada Arap ülkelerinin her yerinden 30, 40, 50 veya 60 seneyle yargılanan mahkûmlar vardı. Herhalde hapishanede iki gün kaldım ve daha sonra beni havalimanına götürdüler. Diğer kardeşlerimizle birlikte Türkiye’ye döneceğimi zannediyordum. Ama buna müsaade etmediler, “Sen İsraillisin, onlarla gidemezsin” dediler. O sırada birlikte oturduğumuz İbrahim adında bir kardeşimiz İsraillilere “Cebimde 10.000 dolar var. Size vereyim Ahsan kardeşimizin bizimle gelmesine müsaade edin” dedi; “Hayır, burada kalacak” dediler. Bir form getirip “Eğer onlarla gitmek istiyorsan, bir daha dönemeyeceğine dair bu formu imzalamak zorundasın” dediler. Ben de “Hayır, hiçbir şey imzalamayacağım. Eğer beni alıkoymak istiyorsanız, alıkoyun” dedim. Bunun üzerine “O halde hapishaneye geri gideceksin” dediler; “Tamam, götürün hapse” dedim. Daha sonra gelip “Bak, Berşeva’ya gidiyoruz, anne-babanın yaşadığı yer de yolumuzun üzerinde. Onların evine seni bırakabiliriz” dediler. Beni tehdit etmeye çalıştıklarını düşündüm. “Peki, aileme götürün o zaman” dedim. Anne-babamın evi yolun ortasında, havalimanından iki kilometre ilerideydi. Yolda bana “Sen aptalsın! Ne yapıyorsun? Niye bütün bunları yapıyorsun? Londra’da krallar gibi gayet iyi bir hayat yaşıyorsun.” diye mırıldandılar. Polislere “Ben özgür müyüm? Gidebilir miyim?” diye sordum, “Evet” dediler. “O halde aracı durdurun inmek istiyorum” dedim. Aracı durdurup gitmeme müsaade ettiler. Üzerimde pijama ve terliklerle anne-babamın evine doğru yürümeye başladım. Yolda bir arkadaşımla karşılaştım, beni tanıyamadı. Ona “Cihad, ben Ahsan’ım” dedim; şaşırdı, “Sana neler oldu böyle?” diye sordu. Mavi Marmara’dan bahsettim, zaten saldırıyı duymuş. Ailemin evine bıraktı beni.
Eve varıp kapıyı açtığımda önce annem gördü beni. Ben anneme, annem bana bakıyordu. Sanki bir yabancı gibiydim, tanıyamadı beni. “Anne, ben Ahsan’ım” dedim, bana öylece bakakaldı. Şokta mıydı, yoksa gerçekten mi beni tanıyamadı, bilmiyorum. Şanslıydım, kız kardeşim oradaydı. Ama gelip beni gördüğünde bayılıp yere düştü. Köşede oturmakta olan babam geldi ve ağlamaya başladı. Daha sonra annem bana sarıldı, “Ne oldu? Sana ne oldu? Kim sana bunu yaptı?” diye sordu. “Mavi Marmara’daydım” dedim.
Ailemin yanında yaklaşık iki hafta kaldım ve İsrail televizyonlarında yayınlanan görüntülerimi gördüm. Her gün iki İsrail televizyonunda “Şehit olarak ölmek istiyorum, şehit olarak ölmek istiyorum” dediğim görüntüleri yayınlıyorlardı. Kalırsam beni orada öldüreceklerini biliyordum. Bu nedenle uçak biletimi almak zorunda kaldım ve geçici pasaport vermeleri için İngiliz büyükelçiliğine gittim. İsrailliler her şeyimizi çalmışlardı çünkü. Ardından Londra’ya döndüm…