Sllupcan Şehitliği’ne doğru ilerlerken yarım yamalak Türkçesiyle sordu: "Saray da mı yaşamak iyi, zindanda mı?" Bu nasıl soru diye düşündüysem de işin içinde bir hikmet olduğunu da sezerek ‘elbette saray’ dedim. "Züleyha, dönemin en büyük krallığının saraylarında yaşıyordu. Hizmetinde binlerce kişiyle her istediğine ulaşabilecek gücü vardı. Fakat tüm bunlara rağmen gece uyuyabilmek ve acısını dindirebilmek için ilaçlara ihtiyacı vardı. Peki ya Yusuf? Kör kuyudan sonra haksız yere zindana atılmıştı. Ailesinden ve vatanından uzak, idama götürecek bir iftiraya rağmen mutlu ve kendinden emindi. Şimdi tekrar düşün, zindan mı, saray mı?"
Cevap veremesem de anlamıştım, önemli olan nerede yaşadığın değil kiminle yaşadığındı. Derler ya: Allah ile olduktan sonra ömür de hoştur ölüm de… Makedonya gezimizin bir kısmında bize eşlik eden Said Abi, deyim yerindeyse tam bir hayat okulu mezunuydu. Görmüş geçirmiş, nice hikayeler biriktirmişti, kimi hüzün kimi mutluluk kokan. Said Abinin hikayeleri eşliğinde vardık şehitliğe. 2001 yılında Arnavutlar, kendilerini görmezden gelen Makedon hükümetine karşı ayaklanmış ve altı ay destansı bir şekilde direnmişlerdi. Savaş sonrası şehitleri için bir mezarlık yapmış, içine de müze kurmuşlardı. Böylece ödedikleri bedelleri unutmayacak ve unutturmayacaklardı. İnsan nisyan ile maluldür. Ne de çabuk unuttuk Bosna’da, Kosova’da, Makedonya’da yaşanan acıları. Kafamda kurduğum Avrupa’nın sonsuzluğa uzanan huzurdan kalesi, şehitlikte anlatılan her acı hikayeyle yerle bir oldu. Oysa iki dünya savaşı ve art arda iç savaşlar yaşayan kıtanın her zaman huzurlu olmadığını çok iyi bilmem gerekirdi.
Osmanlı'dan bir parça...
İHH’nın Ramazan kumanyalarını dağıtmak üzere bindik uçağa ve bir saatlik yolculuğun ardından Üsküp'e iniş yaptık. Uzun süre Roma, Bizans, Osmanlı ve Yugoslavya’nın idaresi altında kalan Makedonya, zorlu bir mücadeleden sonra bağımsızlığını kazanmış. BM tarafından 1993 yılında resmi olarak tanınsa da Yunanistan'ın itirazı sonucu ‘Makedonya Eski Yugoslav Cumhuriyeti’ adıyla tanınmaya başlanmış. Yunanistan’da bulunan Makedonya bölgesi nedeniyle yaşanan bu isim tartışması yıllardır iki ülke arasında soğuk rüzgarlar estiriyor.
25 bin kilometrekare ile Konya’dan çok daha küçük bir yüzölçümüne sahip ülkenin nüfusu 2 milyon. Çoğunluğun Makedon olduğu ülkede, Arnavut, Türk, Roman, Sırp ve Boşnaklar bulunuyor. Doğası, tarihi, insanıyla muhteşem bir yer Makedonya. Her yanıyla Osmanlı’dan bir parça. Zamanın da tıpkı insanı gibi yavaş ilerlediği bir ülke. Hiç kimsenin acelesi yok. Doğanın dinginliği sinmiş herkese ve her şeye…
İklimi ve bitki örtüsü ile Marmara ve Ege bölgelerini andırıyor. Gerek kültürel gerek coğrafya olarak bize çok yakın bir ülke. Öyle ki tabelaları görmezseniz yabancı bir ülkede olduğunuzu anlayamazsınız. Misafirperverlikte bizden bir adım öndeler.
İnsansız kiliseler ülkesi
Boş kiliseler, dağ başlarına dikilen metrelerce haçlar, ülkenin dört bir yanına inşa edilen Hristiyanlığa dair semboller… Müslümanlara ait izlerin silinip, Hıristiyanlığın canlandırılmaya çalışıldığı bir ülke Makedonya. Yaşamın olmadığı dağlara onlarca kilise yapılıp haçlar dikilmesi Bizans’ı canlandırma çabasından başka bir şey değil. Hiç kimsenin gitmediği kiliselerle dolu ortalık.
Rehberimiz Hacı Muhammed, "Din insanlar için inmiştir" diyor "fakat bunların kilise yaptırdığı hiçbir yerde insan yok. Bunlar, dini insan için değil siyaset için önemsiyor."
Bununla da sınırlı değil yaşananlar. Kalkandelen’in Tetovo, Doyuran’ın Doyran, Kumova’nın Kumanova olduğu ülkedeki Türk izlerini silmeye önce isimleri değiştirmekle başlamışlar. Sonrasında bu değişiklik fiziki yapılara sıçramış. Kaderine terk edilen her İslami yapının yerine bir kilise yapılıp bir haç dikilerek net bir mesaj verilmiş: Burası Hristiyan ülkesi.
Ülkedeki her türlü yapı Osmanlı’dan önceki bir tarihle ilintilenerek 542 yıllık tarih aradan çıkarılmaya çalışılmış. Tarihi kaleden Taşköprü’ye her türlü yapı Roma ve Bizans tarihiyle açıklanmaya başlanmış. Fakat ne güzel ki ezan sesleri İstanbul’u aratmıyor. Sadece yüzde 35’i Müslüman olan ülkede ezan sesleri mest ediyor. Yüzde 90’ı Müslüman olan ülkelerde bile bulamayacağınız bu ezan huzurunun nedeni Osmanlı elbette.
İHH ve Makedonya
Somali'deki fakir ile Makedonya'daki fakir için bir paket kumanya aynı anlamı taşımıyordu elbette. Siyah derili kardeşimiz için bir parça ekmek bazen hayat ile eşdeğerdi. Oysa bu insanlara kumanya götürmek her şeyden ziyade gönüllere dokunmayı amaçlıyordu. Fakirdiler elbette ama bir paket pirinçten ziyade kardeş ülkenin, Müslüman kardeşlerinin sıcak bir selamına ihtiyaçları vardı. İHH da bunun farkında olacak ki her fırsatta ekiplerini buraya gönderiyor.
Daha önce Bangladeş'te İHH'nın yaptığı yardımları görme fırsatım olunca şunları yazmıştım:
"Başta bu insanlara 'ne güzel, dünyayı geziyorlar' mantığıyla yaklaşıyordum. Fakat işin içine girdiğimde durumun sandığım gibi olmadığını anladım. Zira buraya gelen insanlar hep veriyor. Mümkün olduğunca ceplerinden, yeri geldiğinde ise yüreklerinden. Her şeyi paylaşıyorlar, hem birbirleriyle hem de diğer kardeşleriyle. Bu duyguyu paylaşmak bile apayrı bir şey. Her millete ve yardıma muhtaç herkese kulak kesilmiş bekliyorlar. Bazen Hıristiyan Haiti, bazen Müslüman Pakistan. Kimin ihtiyacı varsa ona kulak kabartıyorlar. Ve görüyorsunuz ki inanç olmazsa eğer o insanları 45 dereceyi bulan sıcaklıkta soğuk bir su bile bulamayacakları bu yerlere getiremezsiniz. İnsanı buharlaştıran nem, yiyecek yemek bulamamak ve bazen tarantula bazen kertenkelelerle sabahlamayı saymıyorum bile."
Şimdi Makedonya'da, sırtımızda koliler, yaz sıcağında oruçlu halde Türk köylerine doğru ilerlerken bir kez daha tekrarlıyorum: Bu işte çileden fazlası yok. Allah rızası için çile, şahit olunan mutluluklar, kardeşlik, iki muhabbet ve bolca yorgunluk...