İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Kamerun'dan Yeryüzü Notları
Kurban, Ramazan 11.03.2013

Yusuf Armağan

Kamerun Batı Afrika’da okyanusa kıyısı olan bir ülke. 17 milyon nüfusa sahip. Nijerya en önemli komşusu Kamerun’un. Portekizlilerin bu ülkeyi keşfi ile başlayan süreç kötü hatıraların da başlangıcı sayılabilir kuşkusuz. Keşif kelimesi de bir acayip duruyor farkındayım. İçinde zaten yaşayanların bulunduğu bir yerin keşfedildiğini ifade etmek, bir (keşfeden) tarafın etken, diğer tarafın (keşfedilen) edilgen olması sonucunu doğuruyor. Bir bakıma orada yaşayanı yok saymak yani. “Coğrafi keşifler” tabirini bu yüzden oldukça problemli bulduğumu söylemek istiyorum. Kamerun da böyle bir yer işte. İngilizler, Almanlar ve Fransızların uğrak yeri hâline gelmiş sonraları. Kamerunlulara bakılırsa Almanlar ile ilgili bir sorunları olmamış hiç. Ama İngilizlere ve özellikle de Fransızlara karşı içten içe tarif edilmesi imkânsız bir öfkeleri var.

Kamerun’da yağmurun ellerine düşüyoruz evvela

Sabaha karşı iri damlalı harika bir yağmur eşliğinde iniyoruz Douala’ya. Kamerun ve bölgenin kışı sayılabilecek bir zaman dilimindeyiz. Hava sıcaklığı 25 derece civarında seyredecek seyahatimiz boyunca. Kamerun’da İHH gönüllülerince yapılmış bağışlar ile Ramazan’a mahsus erzak dağıtım işlerimiz olacak. Birincil işimiz bu. Daha evvel yapılmış kalıcı hizmetlerin yerinde görülmesi, Kamerunlu Müslümanların yeni ihtiyaçlarının tespit edilerek raporlanması, uzun yıllardan bu yana burada yürütülen faaliyetlerin gelmiş olduğu noktayı tespit etmek ve elbette ki buradaki Müslümanlarla hasret gidermek de işlerimiz arasında. Bu yüzden oldukça planlı ama bir o kadar da yoğun bir program bizi bekliyor.

Ramazan’ın ilk günü (Türkiye’den bir gün evveli) Douala’da küçük bir ilçede ilçe kaymakamı ile birlikte bir organizasyonumuz gerçekleşiyor. İkinci gün başkent Yaunde’ye, üçüncü gün ise başkentten Bertoua’ya gideceğiz. Toplam yolumuz 700 kilometre kadar. Bu nedenle Yaunde’de konaklayacağız. Ama yolda uğrayacağımız önemli bir şehir var; Eseka.

Eseka’da Müslüman kardeşlerimizle erzaklarımızı paylaşıyoruz. Dağıtım sonrasında bir sohbet halkası oluşuyor doğal olarak. Burada Müslümanların sayısının çok kısa bir sürede hızla arttığını ve 80 kişi kadar olduklarını öğreniyoruz. Epey zorlu bir süreç olmuş doğrusu. Müslüman olmak demek, alışageldik hayattan kopmak demek buralarda. Bu yüzden yalnızlık hissi kaplamış içlerini biraz. Çoğu işsiz ve fukaralığın pençesinde. Ama bu umutsuz gibi görülen vaziyetten bir umut yeşertebilmenin imkânına da iman etmiş durumda her biri. Kendilerinin bizden bir mescit, bir okul, konaklayabilecekleri bir mekân talepleri oluyor. En çok da dinî bilgilerini artırmaya yönelik Fransızca kitaba ihtiyaç duyulduğunu söylüyor içlerinden biri. Ne kadar da benziyor kalın çerçeveli gözlükleriyle Malcolm X’e... Bu ihtiyaçlarının giderilmesine yönelik ilk işi daha hemen oradayken yapıyoruz. Şehrin valisini, emniyet müdürünü, belediye başkanını ve diğer üst düzey kamu görevlilerini ziyaret ederek bu talebi karşılayabilmek için gerekli arsa tahsisi hususunu konuşuyoruz. Söz de alıyoruz elhamdülillah.

Bertoua’da bir gece

Başkent Yaunde’den sonra Bertoua’da bir gece misafir olacak ve burada birçok noktada erzak dağıtımı yapacağız. Biz gelmeden hemen bir iki gün önce bu bölgede çok büyük bir çatışma ortamı varmış. Müslümanlarla Hristiyanlar arasında yaşanmış bu çatışma. Ölümler olmuş her iki taraftan da. Bertoua Valisi bizim gelişimizin haberi yayıldığında şehirde barış ve sükûnet ortamının sağlandığını söylediğinde yüzümüzde bir gülümseme oluşuyor. Seviniyoruz. Bu nasıl bir şeydir, tarifi imkânsız. Aklıma İbrahim Paşalı’nın Boşnak sanatçı Dino Merlin’in İstanbul konseri öncesinde hazırlanan reklam afişlerinde kullandığı slogan geliyor; “O şarkı söylediğinde Balkanlara barış gelir!” Buna benzer bir şey işte yaşadığımız duygu. “İHH adım attığında Afrika’ya barış gelir!”

Bütün güzergâh boyunca yolun iki yanını kaplamış -hani o klasik tabirle- “balta girmemiş ormanlar”a bakarak birtakım sorular yöneltiyoruz mihmandarımız Adem Bia’ya. Konu pigmelere geliyor. Daha evvel İHH’nın pigmelerle temas kurduğunu bildiğimden onlarla görüşmenin bizim için de mümkün olup olmadığını soruyorum. Adem Abi’nin verdiği cevap arabada tatlı bir heyecana sebebiyet veriyor; “Neden olmasın?” 

Pigmeler Müslüman olmuş dediler geldik

Bu sabah içimiz kıpır kıpır. Müslüman olmuş Pigmelerle görüşeceğiz. Bunun için hem şoförlüğümüzü yapan Abdülaziz hem de Adem Bia çok sayıda telefon görüşmesi yaparak güzergâh konusunda bilgiler alıyorlar, bir yandan da bizi Pigmelerin yaşadığı yere götürecek rehberlere ulaşmaya çalışıyorlar.

Güzergâh başlangıçta güzel bir asfalt olmasına rağmen yaklaşık bir 50 kilometre sonrasında toprak yola dönüşüyor. Saatte 80 ila 100 kilometre hızla seyrederken hızımız hem yolun toprağa dönüşmesi hem tek şeride düşmesi ve hem de çok virajlı olması nedeniyle saatte 20 ila 30 kilometreye kadar düşüyor.

Bir belgeselin içindeymiş gibiyiz. Zaman zaman yolun genişlediği muhitlerde yerleşim yerlerine yaklaştığımızın haberini alıyoruz. Birkaç evden, kiminde bir okuldan, hepsinde illa ki bir kiliseden müteşekkil köyler bunlar. Yol bizi bir süre sonra bir küçük kasabaya ulaştırdığında bu yola girişimizin üzerinden altı saatin geçmiş olduğunu görüyoruz. Yakıtımızı da buradan alıyoruz. Ve o zahmetli ama bir o kadar da güzel yol bitiyor sonunda. Artık Kiribi’deyiz. Kiribi’de gördüğümüz ilk camide mola veriyoruz. İkindi namazını kılacağız burada.

Cami avlusundaki ibriklerin tamamı boş. Abdest alabilmek için kuyudan su çekiyoruz. Caminin içinde beş-altı genç var. Bir kısmı Kur’an okumakla meşgul bir kısmı iftar vaktini bekliyor. Namazımızı kıldıktan sonra Adem Bia Müslüman Pigmelerin nerede bulunduğunun bilgisini aldığını söylüyor. Çok uzakta değiller, hemen birkaç sokak ötedeki camideler.

Müslüman Pigmelerin imamı Harun karşılıyor bizi caminin kapısında. Meğer tam dört yıldır Ramazan ayı başlar başlamaz şehre iniyorlarmış ve bütün Ramazanlarını camide ibadetle geçiriyorlarmış. Çoluk-çocuk, genç-yaşlı, kadın-erkek demeden hepsi buradalar. İHH kendileri ile ilk temas kurduğunda -bundan üç yıl evvel- sadece 17 kişilermiş ama bugün sayılarının 50’yi bulduğunu söylüyor İmam Harun. Kendilerinin bir Ramazan boyunca ihtiyaçlarını giderecek kadar malzeme alabilecekleri tutarda nakdi İmam Harun’a teslim ediyoruz.

İmam Harun’u yakalamışken pek çok soru sormak istiyorum, zamanımız dar olsa da. En çok da onun nasıl Müslüman olduğunu merak ediyorum. Tercümanımız vasıtasıyla yeni öğrenmeye çalıştığı Fransızcasını kullanarak anlatıyor: “Biz ormanlarda tamamen doğal ortamda, çırılçıplak, vahşi hayvanları avlayarak yaşayan bir kabileyiz. Ben yıllar yılı hep büyük bir merakı büyütmüştüm içimde. Bu yaşadığımız ormanlar, biz, tabiat, diğer canlılar, her gün doğan ve her gün batan güneş, güneşin yerini terk ettiği ay nasıl oluyor da oluyor? Sonra kendimce bir cevap buldum; bizi yaratan şey her neyse O birdir, bize benzemez ve ezelden ebede kadar vardır ve var olmaya devam edecektir. Kendimce oluşturduğum bu fikre iman etmiştim ben zaten. Günün birinde bir Müslüman ile tanıştım ve inandığım şeye onun da inandığını görünce bundan tam dört yıl önce Müslüman oldum. Oysa çok sayıda Hristiyan beni dinlerine davet etmişti ama ben inandığım şeyi onların inandıkları ve beni çağırdıkları şeyle karşılaştırdığımda bana makul gelmiyordu. Müslüman olduktan sonra kendi yakınlarımı da İslam’a davet ettim.”

İslam’ın yaşamlarında neleri değiştirdiğini soruyorum; “En basitinden biz medeni hayatı İslam’dan öğrendik.” diye cevaplıyor. Büyük bir İbrahimi hikâye ile karşı karşıyayız aslında. İmam bunları bizimle paylaşırken gözlerinin içi gülüyor.

İHH’yı anlatıyorum kendisine. Bizden bir isteklerinin olup olmadığını soruyorum. “Vaktinizin olmadığını biliyorum. Ama en azından Kurban Bayramı’nda bizimle bizim ortamımızda birlikte olursanız, bizim ihtiyaçlarımızın neler olduğunu da görebilirsiniz.” diyor. Bu konuda kendilerini ziyarete ve kurbanlarımızın bir kısmını da kendileri ile keseceğimize dair söz veriyoruz. Bunun üzerine, bir mescit ve çocuklarına İslami eğitim verebilecekleri bir dershanenin en acil ihtiyaçları olduğunu ve İHH’nın bunu gerçekleştirmesi durumunda bunun kendilerinin hayal bile edemeyeceği bir şey olduğunu ifade ediyorlar. Bu konuya dair notlarımızı İHH’ya iletmek üzere aldıktan sonra ayrılıyoruz İmam Harun’un yanından. İnanıyoruz ki, elbet bir hayırsever çıkacak ve bu inşaatın masraflarını üstlenecektir.

Ve ayrılık vakti geliyor. O anı tarif etmek imkânsız. Hep birlikte kapıdalar. Gözleri üzerimizde ve bizi Allah’a emanet ediyorlar. Gün batmak üzere. İftar vaktine az kaldı. Biraz su, biraz hurma, biraz meyve, biraz bisküvi, biraz yiyecek alıyoruz pazar yerinden. Ezan okunuyor. Arabadaki suyla açıyoruz orucumuzu. Yolda bir yerde mola vereceğiz birazdan ve envai çeşit böcek sesinin eşlik ettiği rengârenk bir Afrika akşamında yemeğimizi yiyecek, akabinde bir küçük saf olup namaza duracağız.

Aracımız gecenin karanlığında okyanus kıyısının güzel kenti Kiribi’den Douala’ya doğru yol alırken Eseka’da, Bertoua’da, Yaunde’de, Kiribi’de yaşadıklarımız düşüyor aklımıza. Uzun susuşlar sonrasında yardım faaliyetlerimiz esnasında yaşadıklarımızdan birden bire akla gelenleri paylaşıyoruz birbirimizle. Hüzün, tebessüm, acı, umut… Karışık duygularla yüklüyüz. Yapılması gerekirken henüz yapılmamış olan ama bütün bunların bundan sonra yapılabilecek olmalarına dair imkânların belirmesi heyecanlı kılıyor hepimizi.