"Budist çeteler köy meydanına geldiklerinde tüm erkeklerin dışarı çıkmasını istediler. Önce aldırış etmedik fakat uyarılar tekrarlanınca eşim ve çocuklarım dışarı çıktı. Çeteler, köyün tüm erkeklerini meydana toplamıştı. Korkuyla yakınlardaki bir çalının içine gizlendim. Onlardan her türlü kötülüğü beklerdim ama bu kadar ileri gideceklerini hiç düşünmedim. Meydandaki erkeklere bağırıp hakaret ettiler. Sonra birden ellerindeki satırlarla önlerine gelene saldırmaya başladılar. İnsanlar çığlık çığlığa etrafa kaçışıyordu. Herkesi öldürdüler. 2 oğlum ve eşim de öldürüldü. Aklımı yitirdiğimi sandım, günlerce çığlıklar içinde ağladım. Sonra kıyıdan kalkan teknelerin birine bindim. Artık güvendeyim fakat hiç kimsem kalmadı."
Bunları Endonezya’ya sığınan Arakanlı kadınların birinden dinledim. Bir süre okyanusun ortasında kalan, sonra Açe’ye gelen teknenin içindeydi. Ben İHH'nın gönderdiği yardımlardan kendisine verdiğimde o yolda açlık ve susuzluktan ölenlerden bahsetti, intihar edenlerden ve delirenlerden…
Başkalarından da benzeri hikayeler dinledim. Onlara “Sizi anlıyorum.” diyemedim, nasıl teselli edeceğimi bilemedim. Acılarını yeterince paylaşamamanın mahcubiyeti vardı üzerimde, onlarla okyanusları aşamamanın utancı. Müslüman kardeşlerim katledilmiş, aç susuz yollarda kalmıştı fakat benim yapabileceğim tek şey “Sizi anlıyorum.” demek olacaktı. Bunu yapmadım.
Bu insanlar yüzlerce yıllık bir katliamdan kaçıyordu; kimliksizlikten, yasaklardan, işkenceden ve ölümden. Bu günlerde dilimde bir duayla Arakanlı annelerin hikayelerini dinlemeye devam ediyorum: "Allah’ım bizleri mazlumların saflarından ayırma, bizleri kardeşlerimizin yoldaşı eyle!"