İHH’nın Ramazan yardımlarını ulaştırmak için Etiyopya’ya gidiyoruz. Ülkeye iner inmez bir güzellik çarpıyor gözümüze. Zengin bir ülke olma potansiyeline sahip olduğu anlaşılıyor. Fakat sömürgecilik artık yalnızca silahlı işgal ile olmuyor. Misyonerlerin beyaz efendiye itaat gerektiren dini faaliyetleri ve Çinlilerin piyasayı tamamen kontrol altında tutması Etiyopya’nın önüne bir set çekmiş.
Yardımları gereken yerlere ulaştırmak için yollara düşüyoruz. Aracımızı sürekli durduran polisler içeride “beyaz adam”lar görünce hemen kendilerine bir çeki düzen verip yola devam etmemizi istiyorlar. Belli ki başlarına bir şey gelmesinden korkuyorlar. Sahi bugüne kadar yaşadıkları tüm kötülüklerin sebebi beyaz adam değil miydi? Bu durum içimizi acıtıyor ama biliyoruz ki biraz da bu algıyı yıkmak için geldik.
Worabe şehrindeyiz. Batı’nın gözümüze sokmaya çalıştığı çöller yok burada. Etiyopya’nın yeşil doğası ve sonsuz tarım arazileri içinde ilerliyoruz. Fark ediyorum ki buradaki fakirliğin nedeni doğanın verimsizliği değil. Doğa gayet uygun fakat halk yoksulluk içinde. Demek ki doğada olanı halktan çalan birileri var. Etiyopya, dünyanın en büyük ihraç ürünlerinden olan kahve üretiminde birinci sırada yer alıyor. Fakat gün boyu kahve işleyen bir işçinin haftalığı, herhangi bir Batı ülkesinde içilecek bir kahve fincana yetmiyor.
Yola devam ediyoruz. Minik omuzlarında hafızlık yaptıkları luh tahtası ve bezden dikili sırt çantalarıyla çocuklar renklendiriyor yolları. Önüne kattığı hayvanlarla yürüyenler, sırtındaki yükleriyle bir yerlere doğru ilerleyenler, akan zamanın birer parçası gibiler.
Bölgedeki ailelerden birine uğramak üzere duruyoruz. Yolun birkaç metre uzağında, dış cephesi saman ve çamur karışımı olan bir evin hemen kıyısına yaklaşıyoruz. Evin duvarına yaslanarak yürüyen bir çocuk bize doğru küçük adımlar atıyor. Bu çikolata renkli çocuğun adı Tacettin. Getirdiğimiz kıyafetleri bir çırpıda giydiriyoruz Tacettin’e. O sırada annesi daha önce, İHH’nın kalkındırma projeleri kapsamında kendilerine hediye ettiği kümes hayvanlarını ve süt keçilerini gösteriyor, kendileri için yapılan bu yeni evden duyduğu memnuniyetini anlatıyor. Şimdiye kadar hiç mutfağı olmamış. İlk defa çocuklarına mutfakta yemek pişireceğini ve çok mutlu olduğunu söylüyor. Fark ediyoruz ki mutfak dediği yerde neredeyse hiçbir şey yok. Ekipteki arkadaşlarla konuşup mutfaktaki eksikleri karşılamaya karar veriyoruz. Sonunda bizi buralara kadar getiren şeyi alıyoruz, dua.
“Allah sizleri sevdiklerinize sağ salim kavuştursun. Bizi mutlu ettiniz ya Allah da sizleri mutlu etsin.” Düşünüyorum da bizi binlerce kilometre öteye getiren şey, bu cümlelerden başka ne ki?
Yetim ailesiyle biraz zaman geçirdikten sonra yola koyulmak için hareket ediyoruz fakat Tacettin benden ayrılmak istemiyor. Uzun bir uğraşının ardından Tacettin’i annesine gitmeye ikna edebiliyoruz. Sonra yol boyunca kafama bir soru takılıyor: Tacettin’i bize bağlayan bugüne kadar hiç sevgi görmemesi miydi yoksa hep yokluğunu yaşadığı baba hasreti mi?
Birkaç gün içinde, Türkiye’den gönderilen yardımları ihtiyaç sahiplerine ulaştırıyor, alınan bayramlıkları yetim çocuklara giydiriyoruz. Gitmeden İHH’nın ülkedeki yetimhanelerini ve eğitim merkezlerini geziyoruz. Etiyopya’da yetim aileleri için evler yapılıyor, ihtiyaç sahiplerine keçi ve kümes hayvanları, gençlere ise tarımcılığa dair eğitimler veriliyor. Bizim için çok sıradan olan tüm bu şeyler insanların burada yeniden hayata tutunmasını sağlıyor.
Artık eve dönme vakti. Uzun bir yolculuk bizi bekliyor. Lakin ardımızda güzel yaşanmışlıklar bırakmanın duygusallığı var üzerimizde. Bu duygu yoğunluğuyla gözlerim uzaklara dalıyor. Sırtındaki bez çantasıyla okuldan dönen öğrenciler, ömürlerinin son demlerini yollarda geçiren ihtiyarlar takılıyor gözüme.