İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Kudüs, sen neden bu kadar sevilirsin!
Ramazan 13.02.2013

“Bu akşam en az yüz bin kişi toplanır” dediklerinde inanmadım. Belki ‘on bin diyecekken yüz bin dediler’ diye düşündüm. Ancak öğleden sonra Kudüs’ün sokaklarının dolup taştığını, heyecan ve telaşın her yanı kapladığını, trafiğin işlemez hale geldiğini, Mescid-i Aksa’ya açılan kapıların ve daracık sokakların kilitlendiğini görünce gerçeği kavramaya başladım. Kudüs’te oturanlar sokaklara dökülürken, kentin dışında kalanlar, otobüslerle şehre akın ediyorlar, gelemeyenler İsrail’in ördüğü utanç duvarını zorluyordu.

Kudüs’ü Filistin’in diğer bölgelerinden ayıran duvarı görmeye gittik. Kente gelemeyenlerin hikâyesini dinlemeye. Kontrol noktalarında olağanüstü güvenlik önlemi alan İsrail polisi ve askeri, şehre girmeye çalışanları engellemeye çalışıyor, ara sıra göz yaşartıcı bomba sesleri duyuluyordu. Öfkeli bir halde bizi uzaklaştırdılar. Kudüs’ü Batı Şeria’dan ayıran duvarın komşuları, aileleri birbirinden kopardığını orada tüm çıplaklığı ile görmek acı verici. Arada sekiz metrelik bir duvar, arkasında Batı Şeria, bu tarafta Kudüs’te adeta açık hava hapishanesinde yaşama mahkûm edilen Filistinliler. Sadece 60 yaşın üstündekilere Kudüs’e girme izni veriliyordu.

Özellikle gençlerin öfkesi, sabırsızlığı ve Mescid-i Aksa’ya ulaşmak izin gösterdikleri göz yaşartıcı çaba, duvarlara yazılan sloganlarda kendini gösteriyor. Hiç değilse bu akşam, bu gece Mescid-i Aksa’da olmak onlar için karşı konulmaz bir tutku ama ulaşamıyorlar işte. Kaçak yollardan bir şekilde gelebilenler, adım başı bekleyen İsrail askerleri tarafından tutulup otobüslere bindiriliyor ve geri gönderiliyor.

Gazze’de yaşayanlar 18 yıldır Mescid-i Aksa’ya gelemiyor. Cenin’de, Ramallah’ta, Beytüllahim’de, El Halil’de yaşayanlar gelemiyor. Fatih’ten Eyüp’e gidememek gibi bir şey bu! Ya da Ayasofya’dan Sultanahmet’e geçememek gibi.

Duvarlara hapsedilen Kudüs’te yaşayanların rahatlıkla girebildikleri bu kutsal mekâna eğer bütün Filistinliler gelebilselerdi ne olurdu kim bilir! İftar vakti yaklaşınca caddelerden, sokaklardan akın akın Mescid’e giden insanların arasına karışıp, İsrail kontrol noktalarından ve daracık sokaklardan geçip Mescid-i Aksa ve Kubbet-us Sahra’nın avlusuna girebildik. On binlerce insan, kadın, çocuk, yaşlı, genç, aileler dev avluyu doldurmuş, yer sofralarını kurmuş iftar vaktini bekliyordu. A. Faruk Ünsal ve Osman Atalay’la, Türkiye’den İHH’nın hazırladığı iftar sofrasının bir kenarına da biz iliştik.

Kubbet-us Sahra’nın avlusu kadınlara ayrılmıştı. Mescid-i Aksa’nın avlusu ise erkeklere. Ancak kadınlarla erkekleri birbirinden ayıran net bir çizgi yoktu. İftardan sonra oldukları yerde namaza başlayanların önünde kadın grupları namaz kılıyordu. Teravih vakti gelene kadar avluya insan seli devam etti. Yer bulmak, adım atmak, neredeyse imkânsız hale gelmişti. En az 250 bin kişi avluyu doldurmuştu ama Mescid-i Aksa’ya açılan sokaklardan insan seli gelmeye devam ediyordu.

Ağlama Duvarı’na yöneldik. İzin verilmedi. “Yarın gelin” dediler. Tam geri dönecekken izin verildi. İçeri girdik. Süleyman Mabedi’ni ortaya çıkarmak için yapılan kazı çalışmaları, dehlizlere uzanan demir parmaklıklı kapıların açıldığı alanda elli-yüz kişilik Musevi grup dua ediyordu. Duvarın hemen üstünde ise 250 bin kişi teravih namazı kılmaya başladı. İki mescidin kubbesini, etrafındaki coşkuyu bir de oradan izledik. Tekrar alana döndüğümüzde kalabalığın izdiham noktasına ulaştığını fark ettik. Bir süre sonra kendimizi alanı çevreleyen surlardan dışarı attığımızda insanlar hâlâ kapıları zorluyordu. Çünkü on binlerce insan sabaha kadar orada kalacaktı.

Eski kentin labirenti andıran sokaklarında yön duygumuzu tamamen kaybetmiş halde ilerlerken, bu şehrin yeryüzünden neden bir örneğinin bulunmadığını düşündüm. Peygamberlerin, dinlerin, medeniyetlerin merkezi bu şehir ve sokaklar, binlerce yıllık taş duvarlar ve daracık sokaklar, dehlizleri andıran evler... İnsana adres ve yön kavramını unutturan, zaman kavramını unutturan bir sonsuzluk hissi veren şehir… Attığınız her adımın, bastığınız her taşın hikâyesini düşündüren şehir… Neden bu kadar kıskanıldığını, neden bu kadar sevildiğini, neden bu kadar sahiplenilmek istendiğini, bu şehir için neden bu kadar kan döküldüğünü ancak bu sokaklarda gezerken anlıyor insan!

Selahaddin-Ben Yahud arasında

Kudüs’te, duvarlara hapsedilmiş 220 bin Müslüman yaşıyor. Musevilerin nüfusu ise 800 yüz bini aşmış. Eski şehirden ayrılıp bir de Musevilerin yaşadığı bölgeleri görmek istiyoruz. Ben Yahud’a gidiyoruz. İki kesim arasında keskin bir refah farklılığı karşılıyor bizi. Yaşam standardındaki devasa farklılık ürkütüyor. Eski şehir kadar olağanüstü bir gece yaşanıyor burada da. Adım başı kontrol noktası, alabildiğine silahlanmış askerler, neredeyse her insan grubuna bir grup asker düşecek şekilde güvenlik önlemi. Bu heyecan verici gecede olası bir saldırı için alarm durumu hâkim. Nereli olduğumuz soruluyor sık sık ve pasaportlarımız kontrol ediliyor. Her detayı kameralarla donatılmış eski Kudüs, kentin üzerindeki zeplinli gözetleme yeterli görülmemiş. Korku burada da kendini hissettiriyor. Bir tarafta var olmak, özgür olmak için korkuya talip olanlar, diğer tarafta sahip olduklarını, gücü ve refahı korumak için yaşanan korku.

Geri döndüğümüzde, Filistin bölgesinin en işlek mekânı olan Selahaddin Caddesi’ndeki festival havası devam ediyordu. Ara sıra gelen havai fişek ve göz yaşartıcı bomba sesleri, tekbir sesleri eşliğinde... Kafesler içine yaşama mahkûm edilmiş bir halkın dramını, umudunu ve azmini görüyoruz burada. Üzülüyoruz, seviniyoruz ve yoruluyoruz!...

Not: İbrahim Karagül bu yazıyı 2006 yılında İHH İnsani Yardım Vakfı ile bölgeye gittiği zaman kaleme almıştır.