Çad’da kurulan kamplarda binlerce kişi zor şartlar altında yaşıyor. Kadınlar, hayvanların çöpe atılan kulak, kıkırdak, kemik, deri vb. kısımlarını kurutup yemek yapmaya çalışıyor.
Çad'ın başkenti Encemine'den ülkenin güney sınırına ulaştığımızda Ramazan'ın ilk günüydü. Uzun bir yolculuk yapmış, henüz mülteci kamplarına ulaşmadan yorgun düşmüştük. Oruç ve alışkın olmadığımız sıcak hava çalışmamızı zorlaştırıyor ancak durumun vahameti ve gördüklerimiz durmamızı engelliyordu.
Orta Afrika Cumhuriyeti’nde 2013 yılında yaşananlardan dolayı milyonlarca insan evini terk etmek zorunda kalmıştı. Hristiyan çetelerin Müslümanlara uyguladığı katliamdan kaçamayanlar kadın çocuk denmeden sokak ortasında palalarla öldürülmüş ve işkenceyle katledilmişti. Kaçıp kurtulabilenler de Çad sınırındaki kamplara sığınmıştı.
Mültecilere 5 TL bağışta bulunmak için ORTA AFRIKA yaz 3072'ye gönder
Orta Afrika Cumhuriyeti’nde 2013 yılında yaşananlardan dolayı milyonlarca insan evini terk etmek zorunda kaldı.
İlk durağımız Doba mülteci kampına ulaştığımızda sabah saatleriydi. Kamp, büyük bir yapının bahçesine kurulmuştu. Çalılardan yapılmış barınakların etrafında koşturup oynayan çocuklar ve çeşmeden bidonlara su doldurmak için bekleyen yetişkinler vardı. İnsanların bir kısmı çadırlarda kalırken bir kısmı evlerini kendileri yapmak zorunda kalmıştı. Biraz çalı çırpı, bir elbise parçası, etraftan bulunmuş muşamba ve bu yapıyı ayakta tutacak bir kaç ağaç dalı evin malzemelerini oluşturuyordu. Üzerlerine doğru düzgün bir kıyafet bile alamadan kaçıp buralara gelmişlerdi. Bazıları günlerce yürüyerek sınıra ulaşmış bazıları ise yolda pusuya düşürülmüş ve katledilmişti. Onların başına gelen tüm dünyanın malumuydu. Her şey dünyanın gözlerinin önünde olup bitmiş ve kimse onların imdadına yetişmemişti. O günlerde tarih Hristiyan çetelerin Orta Afrika Cumhuriyeti'ndeki Müslüman katliamını yazıyordu.
Biraz çalı çırpı, bir elbise parçası, etraftan bulunmuş muşamba ve bu yapıyı ayakta tutacak bir kaç ağaç dalı evin malzemelerini oluşturuyor.
Kampın derinlerine inip yürümeye başladım. Erkenden işe koyulmuş kadınları havanda darı döverken gördüm. Bazı evlerin önünde ateş yanıyor, ateşin etrafına birikmiş çocuklar yemeğin pişmesini bekliyordu. Darıdan başka yiyecekleri kalmamıştı. Meraklı bakışların arasında yürürken ilginç bir şeyle karşılaştım. Yakından bakınca gördüğüm şey buradaki insanların durumunu anlatmak için yeterliydi. Kadının beyaz bir çuval üzerine kurutmak için serdiği şeyler et değildi. Bunlar hayvanların deri, kıkırdak, kemik ve kulak parçalarıydı. Akşama iftar sofrası için hazırlanan malzemeler yemek olmak için ateşe bırakılmış suyun kaynamasını bekliyordu. Ramazan'ın ilk günüydü.
Bazı evlerin önünde ateş yanıyor, ateşin etrafına birikmiş çocuklar yemeğin pişmesini bekliyor.
Babasını cumaya giderken öldürmüşler, annesini gözlerinin önünde...
O gün kampta gezerken bir kızla tanıştım. Adı Mebruka, 13 yaşında. Her sabah yumurta haşlayıp bir tepsiye koyuyor ve satmak için kampı dolaşıyor. Peşi sıra yürüyüp nasıl çalıştığını izliyorum. Çadırlar arasında sessizce dolanıyor, yumurta isteyen biri olursa kabuklarını temizleyip tuzlayıp veriyor. Tepside aynı zamanda küçük poşetlere ayrılmış şekerler de var. Neden satıyorsun bunları Mebruka? Yaşadığı eve katkıda bulunmak içinmiş. Yaşadığım ev, dediği naylon bir çadır. Halasıyla birlikte kalıyor. Kampa annesiz ve babasız ulaşabilen tek çocuk Mebruka değil. Daha yüzlerce çocuğun hem annesi hem babası ya yolda katledilmiş ya da kampa ulaşamamış. Bu zor şartlarda bile yaşadığı eve, halasına yük olmak istemiyor. Önceki aylarda kampa yardım için gelen İHH ekipleri Mebruka'nın ticaret yapma isteğini duyunca ona küçük bir sermaye bırakmış. Bu sermayeyle atılmış iş hayatına. Sattığı malzemelerin parasıyla daha çok ürün almış. Kazandığı parayla eve gıda aldığını anlatıyor. Çünkü, diyor "Bize burada genellikle tek çeşit gıda veriyorlar, bunla yemek yapmak mümkün olmuyor." Ben sordukça o anlatıyor. Orta Afrika Cumhuriyeti'nde güzel bir hayatları varmış. Erkek kardeşleri babasının yanında hayvancılıkla uğraşırken Mebruka annesinin işlettiği lokantada servis işlerine bakıyormuş. Ancak bir gün ortalık karışmış. Hristiyan Balaka çeteleri Müslümanları öldürmeye başlamış. Günlerce evden çıkamamışlar. Bir cuma günü babası cuma namazına gitmek istemiş. Gitmiş ve bir daha dönmemiş. "Günlerce evde hapis kaldık, korkudan hiç dışarı çıkamadık ama artık ev bile güvenli değildi, çünkü evlere baskın yapıp insanları öldürüyorlardı." diye anlatmaya devam ediyor.
Hrıstiyan Balaka çetelerinin katliam girişiminde binlerce Müslüman hayatını kaybetti.
Hikâyenin bundan sonrasını Mebruka'dan dinleyemedim. Çünkü gece vakti annesiyle evden çıkıp kaçmaya çalıştıklarını anlatırken gözyaşlarına boğuldu. Daha fazla üzmemek için hemen konuyu değiştirip en çok neyi özlediğini sordum. Gözyaşlarının arasından sanki küçük bir gülümseme belirmişti. "Elbiselerim" dedi. "Güzel elbiselerim vardı, onları özledim." Herkes gibi Mebruka'nın da tek kıyafeti kaçarken üzerinde olan elbisesiydi. Mebruka'nın yaşadıklarını daha sonra başkalarından dinledim. Çeteler iyice yaklaşıp yaşadıkları sokaktaki evlere girmeye başlamış. Evde kalırlarsa öldürüleceklerini anlamışlar. Bir plan yapıp gece karanlığında annesiyle ve birçok kişiyle birlikte Çad sınırına doğru kaçmaya başlamışlar. Ancak grup yol üzerine pusuya yatan Balaka çeteleri tarafından saldırıya uğramış. Annesi yanındaki birçok kişiyle gözlerinin önünde öldürülmüş. Kargaşadan faydalanıp kaçmayı başarmış. Bir süre sonra halası ve eniştesiyle birlikte tekrar kaçmaya çalışmış. Günlerce yürüdükten sonra sınıra ulaşmayı başarmışlar. Çad askeri onları alıp kampa yerleştirmiş. Günler geçip buraya alıştıktan sonra annesiyle işlettikleri lokantada öğrendikleri gelmiş aklına. Böylece yumurta satmaya karar vermiş. deti bozmuyor, Mebruka'nın bu küçük işletmesine biz de katkıda bulunuyor ve kamptan ayrılıyoruz. Aracımız uzaklaşırken küçük çocuklar çığlıklarla arabanın arkasından koşuyor. Kampa son kez dönüp bakıyorum, Mebruka bize el sallıyor.
Mebruka, her sabah yumurta haşlayıp bir tepsiye koyuyor ve satmak için kampı dolaşıyor.
Doba kampından ayrıldıktan sonra başka bir kampa daha gittik. Geniş bir araziye kurulu, bölgenin en kalabalık kamplarından biriydi. Bir kamyonun tepesine çıkıp etrafı izledim. İnsanlar bir yerden bir yere gidiyor, çadırların arasında onlarca bisiklet ve motor hareket ediyor, kampta bir curcuna havası hissediliyordu. Eski bir kamp olduğu, insanların üzerine sinen alışmışlık hissinden okunuyordu. 12 bin kişi yaşıyor burada, diyerek anlatmaya başladı bir yetkili. Çoğunluğunu kadın ve çocukların oluşturduğu kampta 194 tane hem annesi hem babası olmayan çocuk vardı. Söylediğine göre bazıları akrabalarıyla gelmişti. Bazılarının ailesi yolda katledilmişti. Bazılarının ise buraya nasıl geldikleri bilinmiyordu. Gıda yüklü kamyonlar depolara boşaltılırken yağmur yağmaya başlamıştı. İnsanlar kümeler halinde ağaçların altına sığındı. Kampta işimiz bittiğinde akşam olmak üzereydi.
Böylece bir günü daha geride bırakıyorduk. Dünyanın başka ucunda bu kdar muhtacın olduğunu bilmek içimizi acıtıyordu. Tüm bunlara kulak tıkayıp sahte gündemimize, basit tartışmalarımıza dönebilirdik. O zaman daha mutlu olurduk belki. Fakat artık biliyorduk ve bilmek bizi sorumlu kılıyordu, hem insanlık hem de İslam adına.
ORTA AFRİKALI MÜLTECİLERE YARDIMDA BULUN
Başta çocuklar olmak üzere Çad sınırına sığınan binlerce Orta Afrikalı kendilerine uzanacak bir yardım elini bekliyor.