İHH’dan dostlar yaptıkları hizmetlere bir nevi şahit olmam ve Müslümanların kendilerine tevdi ettikleri emanetlerin yerine ulaşıp ulaşmadığına tanıklık etmem için Kurban Bayramı’nda bölgelere gidecek ekiplerden birinde yer almam konusunda bir teklif getirdiklerinde “Mümkünse Moritanya gideyim.” demiştim. İki nedenden dolayı burayı görmek istiyordum: Hafızasıyla ünlenen insanları tanımak ve hızla tükenmekte olduğunu bildiğim çöl medreselerini görmek.
Moritanya, resmî adıyla Moritanya İslam Cumhuriyeti, bir kuzeybatı Afrika ülkesi. Ülkenin batısında Atlas Okyanusu bulunuyor. Ormanların tahrip edilmesi ve toprak erozyonu, kuraklıklarla da birleşerek ülkede önemli bir sorun olan çölleşmeye yol açıyor.
Moritanya bir taraftan bizden binlerce kilometre ötede bir ülke, bir taraftan da içimizde, bizden bir ülke... Keza bir yandan binlerce yıl öncesine dayanan İslami geçmişi üzerinde taşırken diğer yandan sömürge döneminin Fransız’ına direnen yiğitçe duruşunun izlerine sahip dost ve kardeş bir ülke. 4 milyon nüfusu olan Moritanya’da insanların büyük bir kısmı şehirlerde ikamet etmekle birlikte önemli bir kısmı da çöllerde yaşıyor. Başkentin nüfusu yaklaşık bir buçuk milyon. Ülkenin yüz ölçümü Türkiye’nin iki katı büyüklükte olmasına rağmen sadece %3 civarında tarım alanına sahip, geri kalanı ise çöl. İnsanlar daha çok hayvancılık, kısmen de balıkçılıkla geçiniyor. Ülkede okuma-yazma oranı son derece düşük. Devletin resmî dili Arapça ancak halk arasında mahalli Arapçanın Haseniye denilen bir lehçesi konuşuluyor. Ülkenin para birimi ukkuye; bir dolar yaklaşık üç yüz ukkuye ediyor. Başkent Nuakşot yeni ve modern bir şehir. Şehir planlaması açısından baktığımızda düzenli bir şehir bile denilebilir. Ancak altyapı eksikliğinin varlığını öğreniyoruz, hatta şehrin büyük kısmında kanalizasyon şebekesi mevcut değilmiş. Şehir deniz sahilinde kurulmuş olmasına rağmen iskân mahalli aslında çöl. Hatta asfaltın hemen kenarlarının dahi çöl olduğunu görebiliyorsunuz.
Ülkenin en ciddi sıkıntısının eğitim ve sağlık sektöründe olduğunu öğreniyoruz. Yukarıda ifade ettiğimiz gibi okuma-yazma bilenlerin oranı son derece mahdut. Biri özel olmak üzere üç tane üniversitesi var. Başkent dışında ülkede yüksek eğitim kurumu mevcut değil. Sağlık sektörü ise bir facia, ülkede sadece 220 uzman hekim olduğundan bahsediliyor. Aynı şey hemşire vb. sağlık elemanları için de geçerli. Tıp fakültesi Moritanya’da yeni kurulmuş ve henüz mezun vermemiş. Sağlık sorunu yaşayan zenginler Senegal veya Fas’a gidiyorlar, diğerlerinin durumu ise pek iç açıcı değil.
Ülke genelinde akarsu olmadığı gibi ciddi bir içme suyu şebekesi de yok. Her tarafta kuyular var. Halk su ihtiyacını bu kuyulardan tedarik ediyor. Başkent, iki varilin yan yana konduğu eşek arabaları ile dolu. Bu arabalar varillerle evlere su taşıyor.
Moritanya uzun süre Fransız sömürgesi olarak kaldığı için Fransızca çok yaygın, hemen hemen herkes tarafından konuşuluyor. Zaten teninize bakanlar size ilk olarak Fransızca hitap ediyorlar. Daha sonra Türkiye’den olduğunuzu öğrenince hem tavırları hem beşaşetleri değişiyor. Size “Ülkenize hoş geldiniz” diyorlar. Türkiye ve Türk insanını müthiş derecede seviyorlar. Türkiyeli Müslümanlarla Moritanyalıların ilişkisinin eskilere dayandığını anlatıyorlar. Osmanlı döneminde Moritanyalı bir âlimin halife tarafından İslam’ı anlatması için Almanya’ya gönderilmiş olduğundan bahsediyorlar. Bunları dinlediğimizde Türkiye’nin bir vatandaşı, bu ümmetin bir bireyi olarak sorumluluğumuzun ne kadar büyük olduğunu anlıyoruz. Ertesi gün İHH ekibi olarak hep birlikte sabah namazına gitmeye karar veriyoruz. Namaza gidip ilk safta, imam efendinin arkasında namaza duruyoruz. Namazdan sonra hoca efendi dua için cemaate dönüp bizi ve üzerimizdeki İHH yeleklerini görünce “Türkiye’den gelen misafirlerimiz, sizlere hoş geldiniz diyorum. Osmanlı döneminde Türkler İslam coğrafyasında ciddi hizmetler yapmıştı. Bugün bu bayrağı siz değerli kardeşlerimiz taşıyor. Yaptığınız iş çok değerli. Biz Türkiye’yi yakından takip ediyor ve her alanda başarılı olması için dua ediyoruz. Türkiye yeniden tarihteki gibi İslam toplumuna liderlik edecek inşallah. Hepimiz kardeşiz ve bu kardeşliği yaşatmalıyız. Tekrar sizlere hoş geldiniz diyorum.” dedikten sonra kalkıp teker teker bize hoş geldiniz diyor. Sonra cemaate dönerek “Kardeşlerinize hoş geldiniz deyin” diyor. Bunun üzerine orada bulunanlar yanımıza gelerek bizi kucaklayıp “Hoş geldiniz” diyorlar. Bu manzarayı hayatım boyunca unutamayacağım...
Camiden ayrılırken arkadaşlara; bu kurban organizasyonlarını düşünen ve ilk başlatan akla hayran kaldığımı, bu organizasyonların bir et dağıtma organizasyonu olarak algılanmaması gerektiğini, bunların ümmetin birlik ve bütünlüğü, kardeşliği, yekliği ve tekliği için bir yapı malzemesine dönüştüğünü anlatıyor ve onlara dua ettiğimi söylemeden edemiyorum.
Evet, belki biz bu Kurban Bayramı’nda kendi ailemizin yanında değildik; ancak çok daha önemli bir yerde daha büyük bir ailenin parçası olduğumuzu hissederek kardeşlerimizle birlikte, onların arasında bir nefer olarak hareket etmenin onurunu ve mutluluğunu yaşadık.
Moritanya’nın ara sokaklarında dolaşırken fakirliğin bu kadar ağır olabileceğini hiç bilmediğimi fark ediyorum. Kulübe bile denemeyecek mekânlar, çatılmış dört ağaç ve üzerine gerilmiş çadır, zaman zaman birkaç metrekareden oluşan kulübecikler; su yok, banyo yok, tuvalet yok. Bu yerlerin ortasında kokan çöp yığınları, durumu daha iyi olanların çadırlarının önünde birkaç keçi, etrafta koşuşan çocuklar, durduğumuzda bir anda çevremizi sarıveren kadınlar ve çocuklar... Bunları görünce bir taraftan sahip olduğu nimetlerin kıymetini bilemeyen, şükrünü ifa edemeyen insanımız aklıma gelirken, diğer taraftan bunca fakruzaruret içerisindeyken dünyanın tamamına sahipmişçesine gülümseyen bu mutlu yüzleri güldüren temel saikın ne olabileceğini düşünüyorum. Bu insanlara karşı ümmet olarak ne büyük sorumluluklarımızın olduğunu, debdebe içerisinde hayatlarını idame ettiren onca Müslümanın duyarsızlığını, insanlığın bu fakruzaruret karşısında sınıfta kaldığını bir kez daha anlıyorum.
Bayram namazına başta devlet başkanı olmak üzere halk, en güzel geleneksel kıyafetlerini giyerek geliyor. Bu da bana Hz. Peygamber döneminde insanların cuma ve bayram namazlarını musallalarda kılma geleneklerini hatırlatıyor. Herkes en temiz kıyafetlerini giyer, başlarında Hz. Peygamber olduğu halde musallaya gelir ve cuma namazlarını orada hep birlikte kılarmış. Benzeri bir uygulamanın Moritanya İslam Cumhuriyeti’nde hâlâ yaşıyor olması, onların geleneklerine bizden daha fazla bağlı olduklarını gösteriyor. Zaten geleneğe bağlının bir devamı olarak herkes mahalli kıyafetini giyiyor ve öylece geliyor namaza. Keza sokaktaki hanımların çok az bir kısmının tesettürsüz olduğunu görünce dinî değerlere bizden daha çok bağlı olduklarını tebellür ediyorum. Namazdan sonra kurban kesimi temiz tesislerde gerçekleştiriliyor. Kesimlerin ardından uzaklardan bizlere emanet edilen kurbanları sahiplerine teslim ediyoruz.
Sonuç olarak İHH’nın vesilesi ile katıldığım bu kurban organizasyonunda bu kuruluşun ne büyük görevler yüklendiğini görüyor, gurur duyuyor; emeği geçenlere teşekkür ediyorum. “Rabbim sa’ylarını meşkûr, amaçlarını makbul, zenblerini mağfur eylesin.” diye dua ederken bu kurban organizasyonunun bir et dağıtma ameliyesi olmadığını, ümmetin birbirini tanıması, kaynaşması, birlik ve bütünlüğünü yeniden ihya etmesi, yekleşmesi ve tekleşmesinin bir aracı olduğunu hissediyor, artık kendimi de bunun bir parçası olarak görüyorum. Bu organizasyonlar aracılığıyla daha yakından tanıdığımız kardeşlerimize nasıl yardım edebileceğimizi biraz daha iyi anlamış oluyoruz diye düşünüyorum.