İHH İnsani Yardım Vakfı
0
Bağış Yap
Takip Et
TR
TRY
Kapat
  • Biz kimiz
  • Ne yapıyoruz
  • Ne yapabilirsiniz
  • Oturum aç
Yetim Irak
Yetim 13.02.2013

İlk durağımız, Erbil

İHH İnsani Yardım Vakfı adına, gerçekleşecek olan yetim programına katılmak, yürüttüğümüz bir dizi çalışmayı yerinde gözlemlemek, birlikte çalıştığımız kardeş kurumlarımızı ziyaret etmek ve televizyon programlarımız için çekim yaparak ülke için daha fazla yardım toplamak üzere Irak’a doğru yola çıkıyoruz. İlk önce Erbil’e iniyoruz. Erbil’de uçaktan indiğimizde bizi şaşırtan ilk şey, güvenlik sebebi ile insanların havalimanına girişine izin verilmemesi ve yolcularını karşılamak için havalimanı dışında beklemeleri oluyor. Bizi de mihmandarımız karşılıyor ve pansiyon tarzında evleri bulunan korunaklı bir motele götürüyor. Erbil’le ilgili ilk izlenimlerimiz, gelişmekte olan geniş bir toprak parçası olduğu yönünde. Her tarafta lüks cipler var.

Erbil’in, Irak’ın en güvenli yerlerinden biri olduğunu öğreniyoruz. Kardeş kurumumuzdan Mustafa Ali Bey, 1991’den beri bu topraklarda Saddam’ın olmadığını, bu yüzden işgalin onların dışında yaşandığını anlatıyor. Yalnızca Barzani ve Talabani’nin merkezlerine intihar saldırısı yapılmış ve bayağı zayiat vermişler. Bunun haricinde bölgede büyük bir hadise yaşanmadığını öğrenince güvenliğe dair endişelerimiz kayboluyor.

Iraklı bir Kürt olan ve Arapçası oldukça zayıf olan Mustafa Ali Bey, kendini ifade ederken zorlanıyor. Kendisinin 35 yaşında olduğunu, bu bölgede yaşı 20’nin altında olanların ise hiç Arapça bilmediklerini anlatıyor. Resmi dili Arapça olan bir ülkede bu durumun yaşanmasına şaşırıyoruz. Saddam’ın bölge halkını Araplaştırma baskılarından Kürtçe dili âdeta intikam alıyor.

Barzani ailesinin üretime dair tüm girişimlere, karşılığında hiçbir şey vermeksizin yarı yarıya ortak olduğunu, bu yüzden yerli üretim yapılamadığını öğreniyoruz. Bundan dolayı bölgedeki zenginlerin çoğu ya Türkiye’de ya da Ürdün’de yatırım yapıyorlarmış. Ülkenin gelişmesinin bu yüzden istenilen düzeye gelememiş.

Röportajlarımıza başlıyoruz

İttihat el-İslami adlı partinin başkanıyla bir röportaj gerçekleştirmek üzere parti genel merkezine gidiyoruz. Girişinde beton blokların ve askerlerin bulunduğu binanın içerisinde yeni kurdukları ve uydudan yayın yapacak kanal ile diğer yerel TV ve radyolar bulunuyor. Başkanın odasına girmeden önce Mustafa Ali Bey bize, “Bugün 9 Nisan, yani Saddam’ın devrilişinin 6. yılı. Bu gün Kuzey Irak’ta resmî tatil olarak kutlanıyor. Resmi görüş Irak’ın işgal edildiğini değil, özgürleştirildiğini düşünüyor.” diyor. Şaşırıyoruz. 2005 seçimlerinde İttihat’ın seçim bürolarının basıldığını ve seçimlerin Barzani ve Talabani tarafından engellendiğini de öğreniyoruz.

Başkanın misafir salonuna geçiyoruz. Kürt yönetiminin ticaret bakanıyla birlikte başkan yanımıza geliyor. Elinde 99’luk tespihiyle sorularımızı cevaplamaya başlıyor. 1991 yılından beri buranın zaten Saddam rejimi ile bir irtibatının kalmadığını, işgalin burada fazla bir etkisinin olmadığını söylüyor. İşgalin en büyük etkisinin ahlâki yozlaşmayı daha da artırması olduğundan, misyonerlerin de faaliyetlerini artırdığından bahsediyor. Kendilerinin siyasetten çok bu ahlâki yozlaşmanın önüne geçmeyi, Müslüman olan Kürtlerin kimliklerini korumayı hedeflediklerini ifade ediyor. Aslında bu tercihlerinin en önemli sebebinin, her seçim öncesi partilerine yönelen devlet terörü olduğunu düşünüyoruz. Faaliyetlerini, KDP ile KYP’nin boş bıraktıkları ya da yok etmeye çalıştıkları alanlarda yoğunlaştıran partinin Kürt yönetiminde 9 vekili ile 2 bakanı ve Bağdat yönetiminde ise 1 devlet bakanı ile 5 vekili bulunuyor.

Başkan, işgal ile birlikte ortaya çıkan şiddet ortamından kaçan mültecilerin Kuzey Irak’a sığındıklarını, kendilerinin onlara da yardımcı olmaya çalıştıklarını anlatıyor. Ayrıca bir yardım derneği gibi kullandıkları radyolarında yetimlerle ve ihtiyaç sahipleriyle ilgili programlar yaparak yardım topladıklarını ve bunları ihtiyaç sahiplerine ulaştırdıklarını söylüyor. İlginç olan ise, 3,5 yıldır yayın hayatında olmasına rağmen radyo için henüz ruhsat alamamış olmaları. Kürt yönetiminin, işine gelmediği anda bu çalışmalara engel olabilmek için şimdilik ruhsat vermeksizin bir göz yumma politikası izlediğini düşünüyorum.

Erbil kalesi ve parkı

Erbil’in tarihî kalesinin önünde çekim yapıyoruz. Ardından Erbil parkına gidiyor, içindeki tarihî minareyi fotoğraflıyoruz. Rengârenk su kanalları ve düzenli yeşillikleri ile ferah bir yer ama çok az insan var. Resmî tatil olduğu için insanların yaylalara gittiğini söylüyor mihmandarımız.

Misafire çok önem veriliyor

Dinlenmek üzere otelimize geçtiğimizde mihmandarımızın otel ücretimizi ödediğini öğreniyoruz. Kendisi, tüm ısrarlarımıza rağmen uzattığımız parayı almıyor. Irak halkına yerleşmiş olan kanaate göre misafirin eli cebine girmez. Bunu tüm gezimiz boyunca yaşıyoruz ve bu yüzden nereye gitsek, ne satın almak istesek bizi mahcup ediyorlar.

Kerkük'teyiz

Ertesi gün oldukça kirli bir araba ile Kerkük’e doğru yola çıkıyoruz. Erbil’in havası tozlu olduğundan dolayı arabaları temizlemekle artık baş edemez olduklarını, öylece bıraktıklarını söylüyor şoförümüz. Yol boyunca biri Kürt yönetimine, ikisi ise Irak merkezi yönetimine ait olan üç farklı kontrol noktasından geçiyoruz.

İki saatlik bir yolculuğun ardından Kerkük valiliğinin önündeki otele ulaşıyor ve kardeş kurum yetkilimiz Mithat Bey ile buluşuyoruz. Beş katlı olan dışarıdan oldukça güzel görünen otelin içi ise dökülüyor. Ambargo sebebiyle 1991 yılından sonra ne Kerkük’te ne de Bağdat’ta hiçbir bina yenilenmemiş. Bu sebeple her gittiğimiz yerde eski eşyalar ve bakımsız binalarla karşılaşıyoruz. Belediye, atama usulüyle seçilmiş. Bu sebeple olsa gerek, çöp bile toplamıyor.

Güvenlik çılgınlığı

Erbil’den çıktıktan sonra bir güvenlik çılgınlığının başladığını ve Bağdat’a doğru gittikçe etkisini artırdığını gözlemliyoruz. Her yerde Kalaşnikoflu adamlar var. Burada ilk kez bir Amerikan konvoyu ile karşılaşıyoruz. Dev gibi zırhlı araçlar, “Patlatsanız da bize bir şey olmaz.” diye haykırırcasına geçiyor. Yavaş ve kendilerinden emin bir şekilde devriye geziyorlar. Bu araçların üzerlerinde sürekli dönen camekan bir bölme ve içerisinde de eli makinalısında duran bir Amerikan askeri var. Daha sonra bu manzaraya sık sık rastlıyor; bu konvoyların çok da sakin karşılanmadığını, yer yer el bombasıyla saldırıya uğradıklarını işitiyoruz.

Molla Ahmet Camisi’nde cuma namazı

Cuma namazımızı Molla Ahmet Camisi’nde kılıyoruz. Güvenlik görevlileri, cemaatin tedirgin olacağı gerekçesiyle kameralarımızı içeriye almıyorlar. İmam önce Arapça, sonra Türkmence hutbe veriyor. Sonunda da çeşitli konularda cemaati uyarıyor. Bunlardan bir tanesi, 9 Nisan’ın tatil olmaması gerektiğiyle ilgili. “Ülkemiz bu tarihte işgal altına girdi.” diyor.

Mithat Bey’in misafiriyiz

Cuma sonrası Mithat Bey bizi yemek için ablasının evine götürüyor. 1991 yılında Irak’tan kaçmak zorunda kalana ve Türkiye’ye yerleşene kadar Mithat Bey de aynı mahallede oturuyormuş. İşgalle birlikte pek çok patlamaya sahne olmuş bu mahalle. Pek çok insan ölmüş. Mithat Bey’in ablası ve eniştesi, çocuklarının yanı sıra torunları ve bir akrabaları ile birlikte yaşıyor. Mithat Bey’in yemekte bizimle bulunan bir akrabası, iki kardeşinin 1991’de İstanbul’daki Irak Konsolosluğu önünde yapılan gösteri sırasında konsolosluk binasından açılan ateş sonucu Baas rejimi tarafından öldürüldüğünü anlatıyor. Saldırgan güvenlik görevlisi, 6 ay hapiste kalmış ve sonrasında ülkesine gönderilmiş. Yüzünde büyük bir kin okunuyor...

Mithat Bey’in yeğeni, diğer pek çok Türkmen gibi Kurtlar Vadisi hayranı. Dizinin yayınlandığı akşamlar orada da sokaklar boşalıyormuş. Yemekten sonra bizim için yatak hazırlıyorlar. “Burada öğlenleri yatılır.” diyorlar. Biz de yarım saat uzanıyor ve ardından yetim programının yapılacağı yere geçiyoruz.

Yetim programı

Program 300 kişilik bir salonda yapılıyor ve salon tamamen doluyor. Protokolde yerimizi alıyoruz. Programa, geniş güvenlik önlemleri altında Kerkük valisi de katılıyor. Adalet Partisi Başkanı Enver Bey ve yetim programını düzenleyen kardeş kurumumuzun başkanı Sinan Bey birer konuşma yapıyor. Ardından yetim formları dağıtılıyor ve bu formları doldurup destek verenler isim isim okunuyor, destek verdikleri miktarlar açıklanıyor. Ardından İHH adına ben söz alıyor ve Türkmen kardeşlerimize Türkçe olarak İHH’nın 50 yetimin bakımını üstleneceği müjdesini veriyorum. Şiirler, türküler ve tiyatral bir gösteriyle program son buluyor.

Adalet Partisi başkanıyla röportaj

Adalet Partisi’ne geçerek partinin başkanı Enver Bey ile bir röportaj gerçekleştiriyoruz. 2003 yılında kurulmuş olan partinin temel hedefi, Türkmenlerin haklarına sahip çıkmak ve Kerkük’ün sorunlarının çözülmesini sağlamak. Diyala’da iki milletvekili kazanmışlar. Erbil’de de Türkmenlerin bulunmasına rağmen Kürt yönetimi orada şube açmalarına izin vermiyor. 110 sandalyeli Kürt yönetiminde 5 Türkmen kontenjanı bulunuyor.

Türkmenler, hem nüfus olarak azınlık olmaları hem Şii-Sünni olarak ayrışmaları hem de kendi içlerinde çok fazla birlik olamamalarından dolayı çok güçsüzler. Parçalı yapıları, çok fazla parti ortaya çıkarmış. Milli Türkmen Partisi, Millet Partisi (Liberal), Türkmen Eli Partisi (Liberal), Türkmen Karar Partisi (Liberal), İslami Hareket Partisi (Şii), Bağımsızlar Hareketi, Milliyetçi Hareket, Milliyetçi Türkmen Toplumu, Vefa Hareketi, Türkmen Halk Partisi ve Türkmen Kardeşlik Partisi şeklinde partileri var. Özellikle son ikisi KYP ve KDP tarafından kurulmuş ve Kürt yönetiminin maslahatı için çaba sarf eden partiler.

Enver Bey, işgalin ekonomi ve güvenlik alanında büyük bir yıkım getirdiğini ve ülkenin dünyanın en zengin petrol ülkesi olmasına rağmen ekonomik çöküntü ile 5 milyona yakın yetim, 1 milyon dul ve 1,5 milyon can kaybını arkasında bıraktığını anlatıyor. Obama sonrası ümitvar olsa da ABD’nin çekilmesinin ardından, mevcut mezhepçi yapı sebebiyle her şehrin bağımsızlığını ilan ettiği Somali gibi bir ülke olmaktan endişe duyduklarını aktarıyor.

Anayasanın 140. maddesi ile, Kerkük’e göç ettirilen Arapların tazminat alarak geri dönmelerinin sağlanmasının, aynı zamanda bölgeden göç ettirilenlerin de geri dönmelerinin söz konusu olduğunu; 23. maddeye göre de tüm etnik unsurlardan müteşekkil bir komisyon kurularak Kerkük’ün kaderini uzlaşı ile tayin etmeye çabaladıklarını ama bundan bir sonuç çıkmasının imkânsız olduğunu anlatıyor. Bölgeden Saddam zamanında sürülen 50 bin kişiye karşılık 400 bin Kürt nüfusun bölgeye göç ettirildiğini ve şu an şehir nüfusunun 1 milyon 250 bin civarında olduğunu söylüyor.

Yakın bir gelecekte konuya bir çözüm bulunması imkânsız gibi görünüyor. Ne Türkiye ne Kürt yönetimi ne de Batı dünyası Kerkük’ten vazgeçeceğe benziyor. Kerkük’teki gerginliğin ancak hepsinin razı edileceği bir paylaşım ile son bulacağı düşünülse de bölgede yöneticilerinden cesaret alan Kürt vatandaşların yaptığı saldırılar gerginliği tırmandırıyor. Mesela biz Kerkük’te bulunduğumuz sırada Kerkük Üniversitesi Hukuk Fakültesi’nde açılan sergiyi görüntülemek isteyen Türkmen Eli TV ekibinin Kürt öğrencilerin saldırısına uğradığı, kameramanın dövüldüğü ve kamerasının kırıldığı hadise cereyan ediyor.

Şehrin içerisinde her yer, pencereleri takılmamış müstakil evlerle dolu. Kürt yönetiminin Kerkük’e göçecek ailelere büyük paralar ödediği ve onların da bu paralarla Kerkük’te ev yaptıkları ama hayatlarına kendi memleketlerinde devam ettikleri, seçim zamanı gelince ise bu yaptıkları evleri ikâmetgahları olarak göstererek oylarını kullanacakları söyleniyor.

Bizim orada bulunmamızdan birkaç gün sonra bir Kürt vatandaş, Sünni Türkmenlerin yoğun olarak yaşadığı Musalla semtinde bulunan mezarlığı bir dozer ile düzleyip üzerine iş merkezi yapma girişiminde bulunmuş ve büyük bir kargaşa yaşanmış. Bu tür vakalar Kerkük’ün statüsü belli olana kadar devam edecek gibi görünüyor.

“Aslında Kerkük için üç seçenek var.” diyor Enver Bey; “Ya kendi başına özerk bir yönetim olacak ya özel statü ile merkezî hükümete bağlanacak ya da özel statü ile özerk yönetime bağlanacak. Buna da uzlaşma sağlanabilirse BM Komisyonu karar verecek tabii.”

Görüşme sonrasında, Kerkük’ün hemen dışında bulunan ve dört ay önce, aşiret mensubu müşterilerinin hedef alınması yüzünden havaya uçurulmuş olan bir restoranda yemek yiyoruz. Yolda petrol kuyularının yanan alevi aydınlatıyor her yeri. Kerkük’teki kavganın sebebini, dört bir yana serpilmiş alevler en iyi şekilde özetliyor…

Kerkük valisi ile görüşmemiz

Kerkük valisi ile bir görüşme yapmak üzere makamına gidiyoruz. Kerkük’ün yerli Kürtlerinden olan ve Türkmence de bilen vali, sevilen birisi. Birkaç kez saldırıya uğramış ve kurtulmuş. Hatta bir keresinde yolda tıkanan trafikte, Vali Bey’in bulunduğu arabaya doğru koşan bir intihar bombacısı, arabanın kapısını açamayınca oracıkta kendini patlatmış; Vali Bey zırhlı araçtan yaralı olarak çıkarılmış.

Kendisiyle yaptığımız röportajda Vali Bey, şehrin ihtiyaçlarına yönelik çağrıda bulunuyor. Röportajın sonunda bize meyve ikram eden Vali, bizi kapıya kadar uğurluyor.

Yetimlerimizin aylık dağıtım programına iştirak ediyoruz

Birlikte 50 yetime baktığımız kardeş kurumumuzun merkezine giderek yetimlere yapılacak aylık dağıtım programına katılıyoruz. İlk önce, aileleriyle birlikte bahçede toplanan yetimlere kek ve içecek alıyor ve dağıtıyoruz. Sonra yetimlerin hikâyelerini dinliyoruz. Yetim aylıklarını sahiplerine teslim ettikten sonra iki yetimi bulunan yaşlı bir amca ile röportaj yapıyoruz. Amca, ABD askerleri tarafından şehit edilen damadının cesedinin üç gün orta yerde kaldığını, daha sonra evi basılarak tüm değerli eşyalarının çalındığını ve geri kalanlarının da parçalandığını anlatıyor. Kendisine bir miktar yardımda bulunuyoruz.

Yetim okulumuz

2004 yılında kurulmuş olan ve 100 yetime birlikte baktığımız, Kerkük’teki diğer bir kardeş kurumumuzu ziyaret ediyoruz. Yetim çalışmalarının yanı sıra cami tadilatlarından acil yardım çalışmalarına kadar birçok alanda faaliyet gösteren kurumu ziyaretimizden sonra kurum bünyesindeki Abdullah bin Mubarek Yetim Okulu’nu ziyaret ediyoruz. İHH’nın desteğiyle açılan ve oldukça mütevazı şartlarda kurulan bu okulda 200 yetim cumartesi günleri eğitim alırken çeşitli vesilelerle annelerine de seminerler verilmekte. İHH olarak desteklediğimiz yetimlerimiz konusunda okul yetkililerinden bilgi alıyor, yetim denetleme formlarımızı dolduruyoruz. Yetimlere yönelik gezi ve piknik organizasyonlarında kullanmak için bir minibüs alabilmek üzere bir miktar para toplanmış, ancak yeterli gelmediği için bizden de destek istiyorlar. Okul için ayırdığımız yardımı kendilerine takdim ediyoruz.

Polikliniğimiz ihtiyaç sahiplerinin yüzünü güldürüyor

Kerkük’ün merkezinde bulunan, İHH İnsani Yardım Vakfı olarak yapımına destek verdiğimiz ve Haziran 2008’de açılan polikliniği ziyaret ediyoruz. Burada düşük ücretlerle dahiliye, KBB, kadın hastalıkları, çocuk ve diş bölümlerinde verilen poliklinik hizmetlerinin yanı sıra röntgen, MR ve laboratuar hizmetleri de sunuluyor. İhtiyaç sahibi Kerküklülerin ücretsiz yararlandığı bu poliklinikte diğer herkes de yarı fiyatına hizmet alıyor. Poliklinikte bulunmayan branşlarda tedavi olmak isteyen ya da ameliyat olması gereken ihtiyaç sahipleri ise anlaşmalı doktorlara yönlendiriliyor.

Şu an için iki katta hizmet veren polikliniğimize yoğun bir ilgi olduğunu gözlemliyoruz. Merkezî hükümetten onay geldikten sonra en üst katın da kullanılabileceği bu yer, burada yer alacak olan diğer birimlerle ve ameliyathaneyle birlikte iyi bir sağlık merkezi haline gelecek. İHH adına bizden burası için renkli ultrason cihazı talebinde bulunuyorlar.

250 yetim daha yardım bekliyor

Musalla bölgesinde, birlikte 100 yetime baktığımız bir diğer kardeş kurumumuzun yetkilileriyle görüşüyoruz. Kendilerine kayıtlı 250 yetimin daha olduğunu ifade ederek onlara da sponsor aile bulmamızı istiyorlar. Son olarak derneğin üst katında bulunan radyoya çıkıyor ve bir radyo konuşması yapıyoruz.

Kerkük’teki okullar maddi zorluk içerisinde

Kerkük’ten ayrılmadan önce birkaç okulu da ziyaret ediyoruz. Bunlardan ilki, Türkmenlerin en yoğun yaşadığı yerlerden biri olan Musalla semtindeki Ummahatul Muminin Kız Lisesi. Bizdeki İmam Hatip benzeri olan okulun büyük sayılabilecek bir bahçesi var ama tamamen taşlık. Okul idarecileri, bahçe düzenlemesi yapılmasına ve tuvaletlere ihtiyaçları olduğunu iletiyorlar.

Ardından Numan bin Sabit Lisesi’ne geçiyoruz. Kuruluşuna İHH’nın destek verdiği bu lisede toplam 180 öğrenci eğitim görüyor. Okul, ilk mezunlarını geçen yıl vermiş ve bunların tamamı üniversiteyi kazanmış. Kiraladıkları binayı bu sene, mekânın yeterli olmayışı ve maddi olanaksızlık yüzünden boşaltarak başka yer aramışlar. Ancak yer bulamayınca Milli Eğitim Bakanlığına rica ederek devlete bağlı bir lise binasını akşamları kullanmaya başlamışlar. Ancak müdür, gerek bu okulun farklı ırk ve mezheplere mensup öğrencilerinin tahtaya kendilerine yönelik saldırgan içerikli yazılarından gerekse her seferinde temizlik yapmak zorunda kaldıklarından dolayı bu durumdan hayli muzdarip olduklarını ifade ediyor. “Seneye sokakta ders yaparım da burayı kullanmam.” diyor. Pozitif ilimlerin yanında İslami ilimlerin de okutulduğu okulun öğrenci ve öğretmenleri, kendilerine ait bir binaya kavuşmayı bekliyor.

Bağdat’a yolculuk

Kerkük’teki dostlarımızla vedalaşıp kiralık bir cip ile Bağdat’a doğru yola çıkıyoruz. 4,5 saatlik yolculuğumuz boyunca 20’den fazla kontrol noktasından geçiyoruz. Şehre girdikten sonra otele varana kadar da 10 kadar kontrol noktasından daha geçiyoruz. Bağdat’ın girişinde karşımıza çıkan Amerikan konvoyu nedeniyle yavaş yavaş ilerliyoruz. Araçların konvoyu 100 m geriden takip etme zorunluluğu ve konvoyu geçmelerinin yasak olması nedeniyle yarım saat gecikmeli olarak şehre varıyoruz.

Yardım Kuruluşları Birliği ile toplantı

30 yardım kuruluşunun üye olduğu Yardım Kuruluşları Birliği, özellikle kardeş aile projesine önem veriyor. Şehit ailelerinden ve ihtiyaç sahibi ailelerden oluşan kayıtlı 420 aileye, yetimlere ayda 50 ve dul hanımlara 100 dolar olmak üzere yardımda bulunarak sahip çıktılarını anlatıyorlar. Bu rakamı bizim desteğimizle arttırmak istiyorlar.

Ah Bağdat…

Dicle Nehri, Rasafa ve Kerh bölgesi olmak üzere Bağdat’ı ikiye ayırıyor. Nehrin üzerinde Düğün Adası diye isimlendirilen turistik, güzel bir ada oluşmuş. Tam bir hurma ağacı cenneti olan Bağdat, dünyanın en büyük hurma ağacı üreticisi iken işgal sonrasında bu konuda 5. sıraya gerilemiş. Kerh ve Rasafa’yı birbirine bağlayan köprünün üzerinden geçerek Rasafa bölgesindeki otelimize geçiyoruz. Güvenli olması hasebiyle burayı tercih etmiş partner kurumumuzun yetkilileri. Otelin önünde Firdevs Meydanı’na uzanan uzunca bir yol var. Bu meydan, işgalin ilk günü ABD askerlerince yıkılan Saddam heykeli ile hafızalara kazınmıştı.

Ertesi gün Dicle’yi geçip Kerh bölgesindeki kardeş kurumumuza doğru yola çıkıyoruz. Yoğun bir trafik var; her yandan siren sesleri geliyor ve silahlı konvoylar geçiyor. Genelde önde bir polis cipi, ardından zırhlı, beyaz renkli, siyah camlı, birbirinin aynı olan birkaç cip, onların arkasında da ağır otomatik silah yerleştirilmiş bir pikap bulunuyor konvoylarda. En öndeki cip, “Lütfen yolu açın. Allah sizden razı olsun.” diye sesleniyor. Aslında bu hengâme, yollara emniyet şeridi konulması ile çözülebilir.

Kadisiye bölgesine giderken Irak’taki azınlıklardan olan Sabiîlerin mabedinin önünden geçiyoruz. İlginç bir yapısı var buranın. İnsanlık medeniyetinin başlangıç topraklarında her türlü inanca rastlamak, bizi şaşırtmamalı aslında.

Yetimler ülkesi…

Bir kız, bir de erkek yetimi bulunan bir hanımla tanışıyoruz. Eşi 2006 yılında pasaport dairesinin önünde meydana gelen bir patlamada hayatını kaybetmiş. Devletten yetim aylığı alabilmek için yaptığı başvurudan sonuç alamayan hanım, mezhebî yapının devletteki etkinliği sebebi ile bunların yaşandığını söylüyor. Kendisine bir miktar yardımda bulunuyoruz.

Ardından üç spastik özürlü yetim kızı bulunan bir aileyi ziyaret ediyoruz. Devlet memuru olan babaları öldürülünce çocuklar hayır kurumlarının yardımları ile yaşar olmuşlar. Yardımlarımızı yapıp hayır dualarını alarak oradan ayrılıyoruz.

İşgal hapishanelerinden geçen bir hayat

El-Dahiliye Mahallesi’nde bulunan bir camide müezzinlik yapan Ömer Bey’le bir röportaj gerçekleştirmek üzere kendisinin yanına gidiyoruz. 2005 Haziran’ında ABD askerleri tarafından gözaltına alınan olan ve yaklaşık 2,5 ay hapishanede kalan Ömer Bey, ilk gün tam altı saat işkence görmüş. Aynı caminin imamı da alınanlar arasındaymış. İkisine de halkı teröre çağırdıkları suçlamasında bulunmuşlar. İmam ise çok büyük işkence görmüş ve serbest bırakılır bırakılmaz da Irak’ı terk ederek Suriye’ye yerleşmiş. Ömer Bey, 2007 Eylül’ünde Irak ordusunun ve ABD askerlerinin evini basmaları sonucu yeniden gözaltına alınmış ve bu kez tam 1,5 yıl işgal hapishanelerinde kalmış. Aynı mahalleden yedi kişi daha bu şekilde evlerinden alınmış. Bunların arasında 70 yaşlarında bir amca da varmış. Ömer Bey ve diğerleri Yeşil Bölge’ye getirilmişler ve Irak Güvenlik Güçlerince çok büyük işkencelere maruz kalmışlar. Basra’da bulunan Buke Hapishanesi’nde 1,5 yıl kalan Ömer Bey, tekfirci mahkûmların etkin olduklarını; kendisiyle aynı koğuşta kalan bir mahkûmu sırf müzik dinliyor diye gözlerinin önünde kestiklerini anlatıyor. Bu insanların pek çok mahkûmun dilini kesip gözünü çıkardıklarını, buna rağmen hiç ceza almadıklarını söylüyor. Hapisten çıktığında, giderken henüz kundakta olan bebeğinin yürüyor olduğunu ve kendisini tanımadığını görünce ağladığını da ekliyor. Röportajımızın sonunda kendisine yardımımızı takdim ederek oradan ayrılıyoruz.

Milletvekili Haris el-Ubeydi ile röportaj

Daha önce kendisiyle Türkiye’de tanıştığımız, meclis insan hakları komisyonu başkan yardımcısı olan milletvekiliyle bir röportaj yapıyoruz. Haris el-Ubeydi adındaki milletvekili, ABD’nin elinde 15 bin Iraklı mahkûmun bulunduğunu, kısa bir süre içerisinde bu insanlardan 10 bininin serbest bırakılacağını ve 5 bininin ise Irak güvenlik güçlerine teslim edileceğini belirtiyor. Adam öldürme, çocuk kaçırma gibi olayların hâlâ devam ettiğini, ülkedeki tutuklu sayısının oldukça fazla olduğunu ve şu ana kadar yüz binlerce kişinin öldürüldüğünü söylüyor. Asker ve polislerin insan hakları konusunda eğitilmesi, kanunların insan haklarına göre düzenlenmesi ve çeşitli yaptırımlar konması gerektiğini ifade ediyor. En büyük problemini ise yolsuzluklar olduğunu belirtiyor. Tutukluların bile rüşvetle serbest bırakıldığını, kanunların özellikle güvenlik alanında sıkıntılı olduğunu anlatıyor.

Yeşil Bölge

Yüksek Öğrenim Bakanı ile görüşmek üzere Yeşil Bölge’ye geçiyoruz. Bizi özel bir minibüs ile alıp Yeşil Bölge’ye götürüyorlar. Kontrol noktasında iki Amerikan askeri ile karşılaşıyoruz. Biri koltukta, Iraklı bir bayan ile oturuyor ve ayaktaki Irak askerleri ile sohbet ediyor; diğeri ise zırhlı Amerikan askerî aracının yanında dikiliyor. Kontrol noktalarından geçerek Yeşil Bölge diye bilinen, içinde tüm devlet görevlilerinin aileleri ile birlikte oturdukları bölgeye ulaşıyoruz. Buradaki müstakil evlerin aylık kirası 15 bin dolarmış. Bu yüzden burada evi olanlar evlerini devlet görevlilerine kiralayıp buradan gitmeye seve seve razı olmuşlar.

Bakan Bey yerel Arap kıyafetleri ile yanımıza geliyor. Kendisiyle yaptığımız röportajda işgal öncesi ve sonrasının bir değerlendirmesini yapmasını istiyoruz. “İşgal” ifadesi yerine “2003 öncesi” ve “2003 sonrası” ibarelerini kullanması dikkatimizi çekiyor. Üniversite altyapısının “2003 öncesi”ne göre kötüleştiğini ama öğrencilerdeki okuma azminin çok arttığını söylüyor. Bunu ise daha önce sadece Baas partili olanlar devlet memuru olabilirken bugün üniversite mezunu olma şartıyla herkesin memur olabildiğine bağlıyor. Memur maaşları iyi olduğu için de herkesin üniversiteyi en iyi şekilde bitirip iyi bir yerde devlet memuru olmaya çalıştığını söylüyor. Öte yandan işgalin başından beri 300 öğretim görevlisinin hayatını kaybettiği, 50’sinin kaçırıldığı ve 500’den fazla öğrencinin de öldürüldüğü bilgisini veriyor. Toplam 19 üniversite ve 40 tane de 2 yıllık fakülteleri bulunduğunu; 2015 yılına kadar ise 6 yeni üniversite açmaları gerektiğini ifade ediyor.

Ülkenin şiddet sarmalından çıkması için neler yaptıkları sorumuza, “Seminerler veriyoruz ve ayrılığa çağrı yapan, farklılıkları cilalayan öğrencilere müsamaha göstermeksizin okulla ilişiklerini kesiyoruz.” diye cevap veriyor. Ayrıca din görevlilerinden, birlikte yaşama dair halkı bilinçlendirmeleri konusunda destek istediklerini de ekliyor.

Diyala’ya giderken

Bağdat programımızı da tamamladıktan sonra bizim için tahsis edilen, Diyala valiliğine ait resmi bir ciple Diyala’ya doğru yola çıkıyoruz. Bir subay ve üç koruma polisi de bizimle birlikte. Diyala’daki durumun gergin olduğunu, bu yüzden dikkatli olmamız gerektiğini öğreniyoruz. Caddeler, sokaklar yerel seçimlerden kalma afişlerle dolu. Bağdat’tan çıkarken birçok mahallede vurulmuş evler görüyoruz. Bazı mahallelerde her evde mermi deliği olduğunu görüyoruz. Ülkenin ne kadar güçlü bir şiddet sarmalından geçtiğini daha iyi anlıyoruz. Yolda yine bir Amerikan askerî konvoyuna rastlıyoruz. Yavaşlıyor ve geçmesini bekliyoruz. Irak ordusu da aynı tip konvoyları ve zırhlı araçları kullanıyor. Konvoyun Irak ordusuna mı ABD askerlerine mi ait olduğunu artık ayırt edebiliyoruz. ABD askerleri zırhlı aracın ön camına Amerikan bayrağı yapıştırırken Irak askerleri genelde buraya yapay çiçek seriyorlar.

Ve Diyala…

İki saatlik bir yolculuğun ardından Diyala’nın Mikdadiye bölgesine varıyoruz. Buradaki partner kurumumuzun başkanı Ömer Faruk Bey karşılıyor bizi dernek binasında. Ömer Faruk Bey en son yerel seçimlerde 29 sandalyeli yerel parlamentoya seçilmiş. Ağabeyi de Diyala valisi olmuş; bu yüzden derneğe yoğun bir ziyaretçi akını var.

Dernek binasından kurumun misafirhanesine geçiyoruz. Bölgede hiç otel bulunmuyormuş; bu yüzden burada kalacağız. Sokağın içinde sekiz tane zırhlı cip ve uçaksavar yerleştirilmiş bir araç duruyor. Bu güvenlik önlemlerinin, Ömer Faruk Bey’in yeni vali olan ağabeyinin de burada olmasından dolayı olduğunu öğreniyoruz. Vali Bey mazbatasını alana kadar burayı ofis olarak kullanıyormuş. Misafirhanenin bir katı bizim için tahsis ediliyor. Sürekli elektrik kesiliyor ve jeneratör devreye giriyor.

13 yaşlarında, Abdurrahman isminde bir genç, bize hizmet ediyor. Onunla hemen arkadaş oluyoruz. Bize iç savaşta yaşadıklarını anlatıyor. Tekfirci grupların evin önündeki sokağa hâkim olduklarını ve gelip geçeni çeşitli bahanelerle öldürdüklerini anlatıyor. Kafa kestiklerini, birkaç kesilmiş başı kendisinin sokaktan topladığını, bir düğünü basıp sırf gelinlik giydiği için gelini öldürüp gömdüklerini, kendisinin topraktan gelinin çıkarılmasına yardım ettiğini anlatıyor. Öyle soğukkanlı anlatıyor ki bunları; şiddeti kanıksamış gibi görünüyor. Maalesef Irak’ta yaşamanın şartı bu olsa gerek…

Sabahleyin kahvaltımızı Abdurrahman’ın ağabeyi getiriyor asker üniforması ile. Bir tepsi içerisinde kaymak, Türk markalı peynir ve tereyağı ile Araplara özgü bir çeşit nohut ezmesi olan musabbaha getiriyor. Kahvaltımızı yaparken Abdurrahman’ın ağabeyinden bölge hakkında bilgi alıyoruz. Kendisi Valilik Koruma Şubesi’nde görevliymiş. Daha bir yıl önce bu kaldığımız binaya kimsenin giremediğini, burasının her gün saldırıya uğradığını anlatıyor. Söylediklerini daha sonra partner kurum yetkililerimiz de teyit ediyorlar. Bölgeyi ele geçiren milis güçlere karşı bölgenin gençleri binanın çevresinde bir araya gelerek onlara karşı koymaya başlamışlar. Diyala’yı kurtarılmış bölge ilan eden, bölgedeki 2000 dükkânlık çarşıyı havaya uçurup yağmalayan ve sokaklarda kafa kesen kişilere merkezî hükümet güçleri ve işgalciler bir şey yapmayınca halk, “Yeter artık!” diyerek bir çıkış yolu aramaya başlamış. Bu evin kahramanca korunduğunu gören bölge halkı, evin çevresinde kümelenmeye başlamış. Önceleri 15 kişi ile korunan ev, sonunda 1000 kişilik silahlı bir orduya sahip olmuş ve bu kişiler Diyala’yı silahlı milislerden temizlemeye başlamışlar. Sahve hareketinin bu şekilde başladığını ve 1,5 yılın sonunda sokaklara güvenliğin geri geldiğini, insanların işlerine dönebildiğini anlatıyorlar. Ancak daha sonra saldırgan milis güçlerinin merkezî hükümet tarafından polis ve asker kadrosuna alınması, halkın devlete karşı çok büyük bir güvensizlik duymasına neden olmuş. Partner kurumumuz 240 bin dolarlık bir bütçe ile, bombalanan 2002 dükkânı onarmış ve sahiplerine teslim etmiş.

Yetim Halit

Diyala’da bulunan kardeş kurumumuzu ziyaret ederek, bu kurum ile birlikte baktığımız 1004 yetim hakkında bilgi alıyor ve çalışmalarını denetliyoruz. Ardından kurum yetkililerine, yetimlerimizden birini ziyaret etmek istediğimizi söylüyoruz. Bunun üzerine üç araba ve dört silahlı askerle yola çıkıyoruz. Zira bölgede güvenlik sağlanmış olsa bile hâlâ gergin bir ortam var. Gideceğimiz eve ulaşıyoruz ama yetimimizin annesi evde yok. Bir süre sonra annenin eve doğru geldiğini görüyoruz. Fakat evin önünde bulunan asker kıyafetlileri görünce kaçmaya çalışıyor. Öyle korkuyor ki… Çok üzülüyoruz. Kardeş kurumumuzun yetkilileri geliş sebebimizi anlatınca rahatlıyor. Eşinin, dükkânını basan silahlı milisler tarafından öldürüldüğünü öğrenince, şiddetin onda ve toplumda oluşturduğu travmayı daha iyi anlıyoruz.

Dört kardeşin ikincisi Halit. Öğlenci olduğu için henüz okula gitmemiş. Kendisiyle tanışıyoruz. Önce korkuyor bizden; hatta annesini bir kenara çekip konuşmak istemiyorum diye ağlıyor. Ama biz gelince hemen susuyor ve belli etmemeye çalışıyor. Sonradan alışıyor bize. Öncelikle evlerinin önünde Halit’le bir röportaj yapıyoruz. Mahalledeki en iyi arkadaşı olan Muhammet Tahir gelince daha bir cesaretleniyor. Bize babasını anlatıyor; günlük yaşamını… Mahalleli de meraklı ama tedirgin gözlerle seyrediyor olanları. Annesinden fotoğraf albümünü alıyor ve babasının fotoğrafına bakıyoruz. Lokma tatlısı dükkânı olan, halktan biriymiş babası. Dükkânını basıp sırf mezhebi sebebiyle öldürmüşler onu. Şiddet en çok savunmasız sivilleri hedef almış; toplumun her kesimi zarar görmüş. Annesi, devletten aylık bağlanması için müracaat ettiklerini ama sonuç alamadıklarını söyleyip yardımcı olup olamayacağımızı soruyor. Bu konuyu partner kurumumuzun yetkililerine iletiyor ve kendisine yardımımızı takdim ediyoruz.

6. sınıf öğrencisi olan Halit’in okul vakti gelince onunla birlikte okula giderek çekim yapıyor ve röportajımıza okulun önünde devam ediyoruz.

İlginç bir gözaltı tecrübesi

Röportajın ardından çekim yapmak üzere şehrin merkezine geçiyoruz. Bir caminin önünde arkadaşımız çekime devam ederken biz de abdest alıyoruz. Bu sırada çekim yapmakta olan arkadaşımız yanımıza geliyor ve mavi üniformalı askerlerin kendisine müdahale ettiğini, bizimle birlikte olan valiliğin koruma askerleri ile de tartıştıklarını anlatıyor. Namaz sonrası dışarı çıktığımızda İç İşleri Bakanlığına bağlı onlarca askerin bizi beklediğini görüyoruz. Ortam oldukça gergin; askerlerin parmakları tetikte. Arabamıza biniyoruz. Bize, merkezde polis müdürünü ziyaret edeceğimiz söylendiğinde bir terslik olduğunu iyice kani oluyoruz.

Bundan sonra yoğun bir telefon trafiği yaşanıyor. Beton bloklarla çevrili polis merkezi binasının girişinde bize yeni seçilen valinin müsteşarı yetişiyor. Bizimle birlikte o da binaya giriyor. İçeride onlarca polisin sıra halinde bizi beklediğini görüyoruz. Müdürün yanına girdiğimizde ise dört tane üst düzey polisi daha bizi beklerken buluyoruz. Kendileriyle selamlaşıp oturuyoruz. Polis müdürü, geliş sebebimizle ve bizimle ilgili biraz bilgi sahibi olduktan sonra özetle, “Bize haber verseydiniz biz size koruma verirdik. Başınıza bir şey gelse biz sorumlu oluruz.” kabilinden şeyler söylüyor. İkram ettikleri gazozları içerek merkezden ayrılıyoruz.

Kaldığımız yere döndüğümüzde Koruma Şube’ye bağlı birliklerin saldırı pozisyonu aldıklarını ve hazırlık yapmaya başladıklarını görüyoruz. Abdurrahman’ın ağabeyi, “Bu katiller çok kişiyi gözaltında kaybettiler. Sizi bırakmasalardı onlarla çatışarak sizi kurtaracaktık.” diyerek yaşanan hareketliliği bize özetliyor. Hatta televizyonlarda “Diyala’da üç Türk gazeteci gözaltına alındı.” diye altyazı geçmeye başlamış ve Kerkük’teki kardeş kurumumuzun yetkilileri de olaydan haberdar olmuşlar. Endişe içerisinde bize ulaşmaya çalışıyorlarmış.

Ömer Faruk Bey, polis müdürünün, valilik seçimlerinin ardından görevden alınacağını bildiği için kendilerine sorun çıkarmaya çalıştığı şeklinde özetliyor yaşananları.

İşgalden sonraki ilk seçimleri Sünniler boykot edince tüm devlet kademelerine diğer grupların hâkim olduğunu anlatıyor. Yeni yapılan seçimlere ise Sünniler kısmen de olsa iştirak edince Diyala’yı Sünniler almışlar. Eyalet sistemi olan ülkede Emniyet, yerel yönetime bağlıymış ve son gerçekleşen seçimlerden sonra bu şehrin tüm devlet daireleri yeniden Sünniler tarafından yapılandırılacakmış. Bu sebeple de bir gerginlik söz konusu imiş. “Sizin götürüldüğünüz Emniyet şubesinde hâlen küçük bir odada 200 kişi tutuluyor ve orada çok büyük işkenceler yaşanıyor. Bu sebeple sizin merkeze alındığınızı işgal kuvvetlerine de haber verdik ve yaşanacakların sorumluluğunun kendilerinde olacağını belirttik.” diyor Ömer Faruk Bey. Bunun yanı sıra, konuyla ilgili olarak merkezî hükümeti de harekete geçirdiklerini söyleyince yaşanan tehlikenin boyutlarını daha iyi kavrıyoruz.

Tanıştığımız farklı simalar

Ömer Bey’in yanında bulunan arkadaşı, Kuveyt Savaşı sırasında asker olduğunu, Kuveyt’e kadar giden ordunun geri çekildiğini radyodan öğrendiklerini ve tüm cephaneyi Kuveyt’te bırakıp çölü aşarak ülkeye geri döndüklerini anlatıyor. “450 km yürüyerek ülkemize geri döndük. Eve geldiğimde botlar ayağımdan çıkmıyordu, keserek çıkarabildim.” diyor.

Akşam yemeği sırasında ise Cumhurbaşkanı Yardımcısı Tarık Haşimi’nin koruması ile karşılaşıyoruz. Türkiye’den geldiğimizi öğrenince bize, birkaç ay önce Türkiye’ye geldiğini, polis akademisinde koruma eğitimi aldığını, özel bir uçakla İstanbul’a götürülüp gezdirildiklerini ve kendilerine birer silah hediye edildiğini anlatıyor sevinçle. Silahını gösteriyor.

Kaldığımız misafirhanede bize yemek getiren askerlerden biri ile sohbet ediyoruz. Anlattıkları bizi dehşete düşürüyor. Asker, babasının Mikdadiye Bankası’nın müdürü olduğunu, bir gün silahlı milislerin bankayı basıp babasını öldürdüklerini ve kasada bulunan 7 milyar dinarı alıp bankayı patlattıklarını anlatıyor bize. Daha sonra bombalanmış haldeki bu bankayı görme fırsatımız oluyor.

Geniş güvenlikli bir cuma namazı

Cuma namazına Vali Bey ile birlikte gidiyoruz. Birbirinin aynı olan sekiz zırhlı cipten birine biniyoruz. Önde uçaksavarlı araba ve arkada ağır makinelinin bulunduğu araba ile sirenler eşliğinde Molla Halit Camisi’ne geçiyoruz. Geleneksel Arap kıyafetleri giymiş olan, 35-40 yaşlarındaki imam, ayetler ve hadisler eşliğinde âhiret gününü anlatıyor. Üslubu o kadar etkileyici ki; sanki o ânı yaşıyormuş gibi…

Vali Bey ile röportaj

Cuma namazının ardından, geldiğimiz şekilde misafirhanemizin de bulunduğu ve Vali Bey’in şimdilik ofis olarak kullandığı kısmın da içinde bulunduğu binaya geri dönüyoruz. Ofisinde Vali Bey ile bir röportaj yapıyoruz. İşgalin etkilerini değerlendiren Vali Bey, Diyala’nın ihtiyacı olan kalemler hakkında Türk halkına çağrıda bulunuyor. Orada bulunan, kardeş kurumumuzun başkanı ve Vali Bey’in kardeşi olan Ömer Faruk Bey de Diyala’da hastaneye ihtiyaçlarının olduğunu ifade ediyor, yetimler ve eğitim konusunda da destek talebinde bulunuyor.

Yeniden Kerkük

Dostlarımızla vedalaştıktan sonra kapıda bizi bekleyen polis arabasına binerek yeniden Kerkük’e gitmek üzere yola çıkıyoruz. Sadiye bölgesinde silahlı milislerin etkin olması sebebiyle Süleymaniye üzerinden gidiyoruz. Yolda muazzam bir yağmura yakalanıyoruz; Süleymaniye’ye yaklaştıkça iklim de değişmeye başlıyor. Her yan yemyeşil. Yolda bir düğüne rastlıyoruz; insanlar yol kenarında halay çekiyorlar. 25 kontrol noktasından geçtiğimiz 5 saatlik bir yolculuğun ardından tekrar Kerkük’teyiz.

Gezici polikliniğimiz hizmetlerine devam ediyor

Kerkük’ün kenar mahallelerine ve köylerine giderek pek çok dalda sağlık taraması yaparak tedavi imkânı ve ilaç hizmeti sunan ve İHH tarafından tahsis edilen gezici polikliniğimizin çalışmalarını yerinde gözlemlemek için, önceden sözleştiğimiz üzere Çardağlı Köyü’ne gidiyoruz. Köy meydanına çekilen ve iki polis arabasının koruduğu tırda önce kayıt alınıyor. Bu sırada oraya gelen Kerkük Emniyet Müdürü, bizimle biraz sohbet ettikten sonra çalışmaları denetleyip gidiyor. Daha sonra köyün imamı ile tanışıyoruz. Oğlu düşüp kolunu incitmiş, onu kaydettirmek için gelmiş. Bu gezici tırın daha önce köylerine üç kez daha geldiğini söyleyerek bu çalışmaya vesile olan Türkiyeli hayırseverlere dua ediyor.

Genel sağlık, kadın hastalıkları ve KBB branşlarında uzmanı doktorlar ile bir diş doktorunun bulunduğu gezici polikliniğimizde ücretsiz muayene olan köylülere ilaçları da yine ücretsiz veriliyor. Kayıt yaptıran yaklaşık 100 kişinin muayenesi tamamlandıktan sonra biz de çekimlerimizi bitirip köyden ayrılıyoruz. Oradan kardeş kurumumuza giderek yetkililere, gezici sağlık tırının masraflarının ödemesini yapıyor ve ardından Adalet Radyosu’na geçiyoruz.

İHH tarafından kurulan radyodayız

Adalet Radyosu, vakfımız tarafından kurulan bir radyo. Muhammed adında, henüz 18 yaşında olan bir genç, radyoda tonmaister’lık yapıyor. Kendisinden radyo ve programlar hakkında bilgi alıyoruz. Ardından mihmandarımızla birlikte Süleymaniye’ye doğru yola çıkıyoruz.

Süleymaniye

İki saatlik bir yolculuğun ardından Süleymaniye’ye ulaşıyoruz. Buradaki kardeş kurumumuzdan, çocuklara yönelik ilaç dağıtımı projemizle ve devam eden diğer projelerimizle ilgili bilgi alıyoruz. Söz konusu proje çerçevesinde kansızlık sebebi ile ilaç tedavisine ihtiyaç duyan 1000 çocuğun ilaç masrafları, İHH tarafından karşılanıyor.

Irak’a veda

Süleymaniye şehrini te