10 milyona varan nüfusuyla Afrika’nın ortasında Kongo, Tanzanya, Burundi ve Uganda ile çevrili küçücük fakat yemyeşil doğa harikası bir ülke olan Ruanda, 1994 yılında ülkede yaşanan soykırımlarla dünya gündeminde oturdu. 6 Nisan’da başlayan ve 1,5 sene devam eden soykırımın sadece ilk 100 gününde 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu, Hutular tarafından katledildi.
Soykırımın geçmişinde Batılılar tarafından körüklenen suni bir etnik düşmanlık yatıyor. Ruanda’da hüküm süren Alman ve sonrasında Belçika idaresi, bölge halkını bölmüş; suni sınırlar, etnik gruplar oluşturmuştu. İnsanlar zenginlikleri ve yüz hatlarına göre sınıflara ayrılmış, asırlardır kardeş olarak yaşamış insanlar Hutu ve Tutsi olarak sınıflara ayrılmıştı.
Belçika idaresinin uzun yıllar Tutsileri kayırması nedeniyle Hutuların nefreti artmış, iki grup arasında gerilim tırmanmıştı. 1994 yılının Nisan ayında Çin’den gelen sandıklar açılmış, içlerinden çıkan palalarla, BM’nin, Fransa’nın, Belçika’nın gözleri önünde 100 günde 1 milyon Tutsi ve ılımlı Hutu, Hutular tarafından katledilmişti.
Katliamın ardından Ruanda sokaklarında ağaç gölgeleri altında mahkemeler kuruldu. Soykırıma karışan 130 bin kişi yerel mahkemelerce cezaevine gönderildi. Soykırım boyunca sessiz kalan Birleşmiş Milletler ise Tanzanya’da bir savaş suçları mahkemesi kurdu. 2 Eylül 1998’de, Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, dünyada ilk kez tanımlanmış soykırım suçu nedeniyle mahkumiyet kararı verdi.
Ruanda Uluslararası Ceza Mahkemesi, soykırım suçu ile yargılamalarına devam ediyor. Ancak katliamda parmağı olan Fransa, Belçika ve ABD gibi devletler, mahkemenin yapısı gereği yargılamaya konu olamıyor.