1951 Birleşmiş Milletler Mültecilerin Hukuki Statüsüne Dair Uluslararası Sözleşmesi’ne ve uluslararası hukuka göre; ırkı, dini, milliyeti, cinsiyeti, sosyal grup aidiyeti ve siyasi görüşü ne olursa olsun haklı bir zulüm korkusu yaşayarak ülkesinden ayrılmak zorunda kalan ve bu korku nedeniyle ülkesine dönemeyen veya dönmek istemeyen kişiler mülteci olarak tanımlanmaktadır. Arakanlılar da dinleri ve ırkları nedeniyle zulüm görmekte; hatta hayati tehlike ile karşı karşıya kalmakta ve bu nedenle iltica etmektedirler. Birleşmiş Milletler (BM) veya sığınılan ülke yasal olarak tanımasa da, göç etmiş tüm Arakanlılar mülteci konumundadır. MENŞE ÜLKE MYANMAR VE ARAKAN HAKKINDA GENEL BİLGİLER Myanmar, 1989 yılına kadar Burma/Birmanya adıyla anılmaktaydı. Ülke kuzeybatıda Hindistan ve Bangladeş, kuzeydoğuda Çin, güneydoğuda Laos ve Tayland, güneybatı kıyılarında ise Bengal Körfezi ile çevrilidir. Ülkenin 50 milyonu aşkın nüfusunun %90’ının Budist, %4’ünün Müslüman olduğu belirtilir. Ancak bazı kaynaklar Müslümanların %10 civarında olduğunu bildirmektedir. İngiltere’den 1948 yılında bağımsızlığını ilan eden Myanmar, 1962 yılından itibaren askerî cunta tarafından yönetilmektedir. Temel hak ve özgürlüklerin yoğun olarak ihlal edildiği ülkede -başta Müslümanlar olmak üzere- dinî ve etnik azınlıklar, hatta cunta hükümetine muhalif Budist rahipler dahi türlü zulümlerle karşı karşıyadır. Arakan bölgesi hâlen Myanmar devletinin kuzeybatısında kalan bölgedir. Arakan’da nüfusun önemli çoğunluğunu “Rohingya” Müslümanları ile Budist “Rakhine”ler oluşturmaktadır. Bu iki etnik yapı, etnik özellikler ve dil hususunda da Myanmar’ın diğer bölgelerinden farklılık göstermektedir. İslam’ın Arakan’a sekizinci yüzyıldan itibaren bölgeye gelen Müslüman tüccar ve dervişler vasıtasıyla ulaştığı belirtilir. Arakan’da 1430’da bir İslam devletinin kurulduğu ve bu devletin 1784 yılında Budist krallık tarafından işgal edilinceye kadar 354 yıl bağımsız bir devlet olarak kaldığı bilinmektedir. Bilahare İngiltere’nin ele geçirdiği Arakan, 1948 yılında Burma’ya bağımsızlık verilirken Burma sınırları içerisine dâhil edilmiştir. Etnik ve dinî açıdan Myanmar’dan farklılık gösteren, petrol ve doğal gaz açısından Güneydoğu Asya’nın zengin bir bölgesi olan Arakan bölgesinde, baskı ve zulüm her dem olagelmiştir. Arakan bölgesinde resmî rakamlara göre yaklaşık dört milyon Müslüman ve bir buçuk milyon Budist Rakhine’nin yaşadığı ifade edilmektedir. Ancak Myanmar rejiminin baskılarından dolayı bugün bu dört milyon Müslüman Arakanlının iki milyonunun diğer ülkelere göç ettirildiği, bölgede hâlen bir buçuk-iki milyon civarında Arakanlının kaldığı belirtilmektedir. ARAKANLI MÜSLÜMANLARIN YAŞADIĞI TEMEL SORUNLAR Arakanlı Müslümanlar Myanmar askerî cuntası yönetiminde sistematik olarak yok edilmeye çalışılmaktadır. Bölge Müslümanlarının yaşadığı temel sorunları şu şekilde sıralayabiliriz: • Yasal vatandaşlık hakları tanınmayan Arakanlılar kendi ülkelerinde yasa yoluyla “yasa dışı göçmen/geçici sakin” olarak muamele görmektedirler. • Öldürme ve yaralama olaylarıyla Müslümanlar üzerinde baskı oluşturulmaktadır. Askerî cunta hükümeti ve kışkırttığı bazı Budistler aracılığıyla oluşturulan yaygın şiddet sonucunda on binlerce Arakanlı Müslüman öldürülmüş ya da yaralanmıştır. Geçmişte Arakan’ın işgaliyle yaşanan şiddet olayları, bağımsızlığın ilanından sonra hız kazanmıştır. Bölgede neredeyse her yıl toplu şiddet olayları yaşanmaktadır. Bunların yanında, Müslümanlara yönelik tecavüz fiillerinin yaşandığına dair haberler de gelmektedir. • Arakanlı Müslümanlar ağır vergi, haraçlar ve taşınır-taşınmaz mallarına el konularak ekonomik açıdan bitirilmek istenmektedirler. Bir ay ülke dışında kalan bir Arakanlının mülkleri müsadere edilmektedir. • Zorla çalıştırma genel bir uygulama olarak devam etmektedir. Arakanlılar, günlerce, bazen de haftalarca çok ağır yaşam koşullarında devlet zoruyla köleler gibi, ücretsiz çalıştırılmaktadır. • Seyahat özgürlükleri bulunmayan Arakanlı Müslümanlar komşu kasabalara dahi izinsiz gidememektedir. Başkent ve bazı illere gidişleri tamamen yasak olduğundan buna aykırı davrananlar hapis cezasına çarptırılabilmektedir. • Evlenmek için devletten izin alınması gerekmektedir. Ancak izin için prosedürlerin zorlaştırılması ve alınan harçlar, evliliği neredeyse imkânsızlaştırmaktadır. Bu uygulama Müslümanların nüfusunun artmasını engellemenin yanı sıra farklı ülkelere göçe yönelik sonuçlar da doğurmaktadır. • Bölgede ciddi bir ibadethane sorunu yaşanmaktadır. Arakanlı Müslümanların cami yapmalarına ya da eskilerini onarmalarına izin verilmemekte, hatta zaman zaman mevcut camilerin yıkımı söz konusu olmaktadır. Cunta hükümeti, bölgede Budistleştirme politikalarını desteklemektedir. • Arakanlı Müslümanların devlet memuru olma, üniversiteye gitme, elektrik ve telefon hizmetleri gibi kamu hizmetlerinden faydalanmaları da engellenmektedir. Arakanlıların yaşam alanları bu şekilde daraltılarak üzerlerindeki baskılar arttırılmaktadır. • Adaletsiz ortam sorunu bulunmaktadır. Arakanlı Müslümanlara yapılan şiddete karışan siviller yargılanıp cezalandırılmamakta ve olayları gerçekleştirenler bir devlet politikası olarak desteklenmektedir. • Yukarıda belirtilen haksızlıkların yoğunlaştırılması, adaletin sağlanmaması, Arakanlıları kendi adaletlerinin tesisi yönünde militarize etmekte, bu da çatışma alanı yaratarak devlete askerî müdahale imkânı oluşturmaktadır. • Myanmar cuntası, özellikle 11 Eylül sonrasında uluslararası toplumu yanına çekmek ve yaptığı ağır insan hakları ihlallerini perdelemek gayesiyle Arakanlıları el-Kaide örgütü ile bağlantılı olduklarını iddia ederek suçlamaktadır. Arakanlılara yönelik sistematik yok etme politikası bu şekilde güçlendirilerek devam etmektedir. SIĞINILAN ÜLKE BANGLADEŞ Arakanlı mültecilerin sığındığı Bangladeş, yaklaşık 150 milyonluk nüfusu ile nüfus yoğunluğunda km2ye 1000 civarı insanın düştüğü dünyanın en kalabalık ülkelerinden biridir. Güney Asya ülkelerinden Bangladeş; batı, kuzey ve doğudan Hindistan, güneydoğudan Myanmar, güneyden Bengal Körfezi’yle çevrilidir. Eskiden Doğu Pakistan olarak adlandırılan Bangladeş, 1971 yılında bağımsızlığını ilan etmiştir. Ülke, çok partili yönetime sahip bir cumhuriyet olup hak ve özgürlüklerin sınırlı olduğu ancak gelişmekte olan bir yapıdadır. Bangladeş, 1951 Sözleşmesi veya 1967 Protokolü’nün tarafı değildir. Birleşmiş Milletler Mülteciler Yüksek Komiserliği (BMMYK) ve Bangladeş’in mülteciler konusunda ortak çalışması mevcuttur. Ancak günümüz itibarıyla Bangladeş’in etkili bir mülteci hukuku ve politikası yoktur. Ekonomik açıdan fakir bir ülke olan ve kendi yurttaşlarının ihtiyaçlarını karşılama hususunda dahi sıkıntı yaşayan Bangladeş, ülkesine sığınan mültecilere karşı isteksiz davranmakta ve onları geri gönderme çareleri aramaktadır. GENEL OLARAK MÜLTECİ SAYILARI VE DAĞILIM BMMYK’nın 2007 yılı verilerine göre Myanmar’dan göç etme/ettirme nedeniyle toplam 718.900 kişi yerinden edilmiş ve sığınmacı konumuna düşürülmüştür. Göç hareketleriyle ilgili rakamlar şu şekildedir: Tayland’a 146.700 kişi (23 yıl önce göç etmiş), Hindistan’a 75.000 kişi (19 yıl önce), Malezya’ya 25.000 kişi (18 yıl önce), Bangladeş’e 177.500 kişi (16 yıl önce), Malezya’ya 44.700 kişi (14 yıl önce), Tayland’a 250.000 kişi (11 yıl önce). Bu listede Birleşik Arap Emirlikleri ile Suudi Arabistan’a göç eden Arakanlıların sayısı verilmemiştir. Ancak İHH İnsani Yardım Vakfı’nın verilerine göre toplam 1.820.000 Arakanlı, başta Bangladeş olmak üzere Suudi Arabistan, Pakistan, Birleşik Arap Emirlikleri, Malezya ve Tayland’da sığınmacı olarak yaşamaktadır. Adı geçen ülkeler içerisinde de 500 ila 700.000 Arakanlının yaşadığı Bangladeş, Arakanlı mültecilerin en yoğun olarak sığındığı ülkedir. Bangladeş’e olan göçlerin yoğun olmasında Arakan’ın Bangladeş’le olan sınırda yer alıyor olması önemli bir etkendir. Dünya genelinde çok ciddi anlamda bir mültecilik meselesi söz konusudur. Ülkelerindeki silahlı çatışmalar ve baskılar sonucunda başta Filistin, Irak, Afganistan, Pakistan, Sudan, Somali, Doğu Türkistan, Özbekistan ve Arakan’da milyonlarca kişi sığınmacı olarak yerinden edilmiş; yine Çeçenistan, Bosna ve Sirilanka’da da çok ciddi mülteci sorunları yaşanmıştır. Sığınmacı ve mültecilerin gittikleri ülkelerden Pakistan iki buçuk milyondan fazla, Suriye bir buçuk milyon, İran ise bir milyon civarında sığınmacı/mülteci barındırmaktadır. Bu mağdur ülkelerdeki milyonları bulan sığınmacı sayısına karşın, dünyanın süper gücü sayılan ABD’nin sadece 280.000 civarında sığınmacı barındırdığını belirtmek gerekir; tabii bunları da seçerek aldığının altını çizmeliyiz. Anlaşılacağı üzere bu sorunlar, genel olarak bizlerin coğrafyasında ve biz bize yaşanmaya devam etmektedir. Iraklı mültecilerin yanı başında olan ve sığınılan ya da geçiş güzergâhında bulunan Türkiye’de de 18.200 kişi sığınmacı/mülteci konumundadır. Ancak burada, Türkiye’de aylık 3000-3500 civarında kişinin yakalandığını ve birçoğuna da temel sığınma hakkı tanınmadan sınır dışı edildiğini belirtmek durumundayız. MÜLTECİLERİN KORUNMASI VE İHTİYAÇLARI “Mültecileri korumak hepimizin sorumluluğudur” diyen BMMYK, sınırlı da olsa dünyadaki milyonlarca mültecinin barınma, korunma, gıda ve su ihtiyaçlarını diğer uluslararası kuruluşlarla birlikte karşılamaktadır. Bu kişiler arasından sınırlı sayıda kişi Kanada vb. diğer üçüncü güvenli ülkelere yerleştirilmektedir. Dünyada yaklaşık iki milyon Arakanlı, dört buçuk milyon Filistinli ve diğer on milyonlarca Müslüman mültecinin başta korunma, barınma, gıda ve su ihtiyaçları ile güvenli üçüncü ülkelere yerleştirilme (ki bu ülkelerin önemli bir kısmının Müslüman ülkeler ol(a)maması) gibi insani ihtiyaçları bulunmaktadır. Mağdur durumda olan bu kadar çok sayıdaki insana karşın, Müslümanların bu insanların sorununun çözümüne alternatif olabilecek etkili kurumlarının olmaması son derece üzüntü vericidir. Türkiye ve başta İngiltere ve Almanya merkezli çalışan uluslararası insani yardım kuruluşlarının mültecilere yönelik farkındalık ve temel ihtiyaçları karşılama yönünde çaba ve destekleri bulunmakla birlikte, bunların sürekli ve yeterli miktarlarda olmadığını belirtmeliyiz. Müslümanların öncelikli olarak kendi mülteci sorunlarıyla yüzleşmeleri ve bu sorunların çözümü için kısa ve uzun vadeli politika ve etkili programlar üretmeleri gerekmektedir. BANGLADEŞ’TE BULUNAN ARAKANLI MÜLTECİ KAMPLARI Bangladeş’in güneydoğusunda, Burma sınırına oldukça yakın mesafede, Cox’s Bazar ile Teknaf arasındaki Ukhiya bölgesinde yasal olarak tanınmış iki resmî mülteci kampı ile bunların yakınlarında gayriresmî iki kamp daha bulunmaktadır. Bu dört kampta yaşayanlar haricinde yerleşim yerleri içerisinde toplu hâlde yaşayan Arakanlı mülteciler de vardır. Bangladeş’te Arakanlılar dışında yaklaşık 30 yıl önceki Pakistan-Bangladeş çatışması sırasında mülteci durumuna düşen Pakistanlı mülteciler de bulunmaktadır, ancak bunlarla ilgili hususlar farklı bir çalışmanın konusudur. 1-KUTUPALUNG MÜLTECİ KAMPI (RESMÎ) 02.02.1992 tarihinde kurulmuş olan kamp üç km2 alan üzerinde yer almaktadır. Yedi blok, 13 cami ve toplam 3484 öğrencisi olan 10 okulun bulunduğu kampta 3500’ü kayıtsız toplam 14.988 Arakanlı mülteci bulunmaktadır. Yakın zamana kadar sadece 56 mülteci kulübesinin bulunduğu kampta yeni inşa edilmiş 367 kulübe ile toplam kulübe sayısı 423’e ulaşmıştır. Kamptaki yiyecek çizelgesinde kişi başına iki haftada bir pirinç, bakliyat, soya yağı, tuz, şeker, karışık gıda verildiği belirtilmektedir. Kutupalung kampında kalanları Arakanlı olarak değil, kuzey Rakhine eyaletinden gelen Myanmarlı mülteciler olarak tanımlayan BMMYK’nın çalışma ortakları Hollanda, Avrupa Komisyonu, Japonya, ABD, Almanya ve diğerleri olarak belirtilmektedir. 2-NAYAPARA II (MOSONI) MÜLTECİ KAMPI (RESMÎ) 19 Kasım 1992 tarihinde kurulmuş olan Nayapara II Kampı, 3,2 km2lik bir alanı kaplamaktadır. Kampta 13 cami ve 3968 öğrencinin kayıtlı olduğu 10 okul bulunmaktadır. Toplam 15.831 kişinin yaşadığı belirtilen kampta, yeni inşa edilen 46 mülteci kulübesi ile toplam 447 kulübe bulunmaktadır. 3-LEDA MÜLTECİ KAMPI (GAYRİRESMÎ) Yukarıda zikredilen iki resmî mülteci kampı dışında bölgede geçen yıllara kadar üçüncü bir kamp daha vardı. “Nayapara I” olarak bilinen bu kamp, Naf Nehri’nin kıyısında, şehirlerarası yol kenarındaki dar bir alanda, bataklık üzerine kurulmuştu. İngiltere merkezli bir İslami yardım kuruluşu, kampı nehirden 1-1,5 km uzakta yeni bir yere ve daha uygun barakalara taşıdı. Su deposu ve daha düzgün bir yerleşim yeri oluşturdu. Bu yeni kampta yaklaşık 8000 mültecinin yaşadığı bildirilmektedir. Ancak kamp resmî olmadığı için BMMYK veya hükümetten destek alamamaktadır. Bu kampta kalan mülteciler gıda, sağlık ve eğitim konularında ciddi sıkıntılar yaşamaktadır. 4-KUTUPALUNG MÜLTECİ KAMPI (GAYRİRESMÎ) Resmî Kutupalung kampının yakınında gayriresmî bir kamp daha bulunmaktadır. Toplam 17.000 mültecinin kaldığı kampta yaklaşık 3500 ailenin yaşadığı bildirilmektedir. Burası hayat şartları açısından bölgedeki en kötü kamptır. Mülteciler en fazla 9 m2lik alan üzerinde, naylonla kaplanmış son derece kötü koşullardaki barakalarda kalmaktadır. Tepelik, çok dar bir alanda kurulmuş olan kampta sağlık hizmeti, eğitim imkânı ve gıda maddesi bulmak mümkün olmadığı gibi; tuvalet, yol, elektrik ve temiz su bulmak da imkânsızdır. Kısacası bu kamp insani bir yaşamdan bahsetmenin hiçbir şekilde mümkün olmadığı bir yerdir. KAYITLI OLMAYAN KUTUPALUNG KAMPI’NDAN TESPİTLER (07-09 Aralık 2008 tarihlerinde Arakanlı mültecilerle yapılan görüşmelerden) Mamun Nur Refik (35) “Mayanmar’dan yaklaşık 12 yıl önce geldim ve Kutupalung kampında yaşıyorum. Bu kampta yaklaşık 17.000 kişi kalıyor. Burada okul yok, sağlık hizmeti yok, hastane yok, iş yok. Naylon baraka evlerde yaşıyoruz. Evleri kendimiz yaptık. Hükümet buraya destek vermiyor. Kampta şu an acil olarak hastaneye gitmesi gereken 200’den fazla hasta var. Burada haftada en az bir kişi hastalık veya açlık nedeniyle ölüyor. Yaklaşık üç ay önce beş kişilik bir aile açlıktan öldü.” Abduşukur “Arakan’dan buraya göç ettikten sonra Kutupalung kampına geldik. Burada yaşam kolay değil. Buraya ne hükümetten ne de sivil toplumdan yardım geliyor. Çalışma iznimiz yok. Sadece dağdan odun kesip satabiliyoruz ama yerli halk buna engel oluyor. Okul yok, hastane yok; burada her şeye ihtiyaç var. Arakan’da askerler ve hükümet tarafından Müslümanlara her türlü işkence yapıldığı için buraya göç ettik. Ülkemizde seyahat özgürlüğümüz yoktu. Askerler bizi ücretsiz çalıştırıyordu. Boş bir tarla olsa ve bu tarlayı ekmeye kalksak askerler gelip zorla el koyuyordu. Tarla olmayınca çiftçilik yapılamıyor. Ailece geçimimizi sağlayamıyorduk; hayvancılık yapmamıza da izin verilmiyordu. Askerler hayvanlara el koyup satıyorlardı. Bu yüzden buraya geldik ama şu anda yaşadığımız bu kampta da hiçbir şeyimiz yok. Burada da insanca yaşamak mümkün değil. Çocuklarımızın eğitim alma şansı yok. Seyahat özgürlüğümüz yok. Burayı bir tek Allah düzeltebilir. Türkiye ve dünya Müslümanlarından dinimiz İslam’ı yaşamımız için bize yardımcı olmalarını istiyoruz. Biz önce imanımızı nasıl koruyacağımızı, sonra yemek içmeyi, karnımızı nasıl doyuracağımızı düşünüyoruz. Sizlerden ve dünya Müslümanlarından yardım bekliyoruz.” İsmini belirtmeyen bir mülteci kadın “Sekiz çocuğum var. Eşimin işi olmadığı için yiyecek bulamıyoruz. Çocuklar aç. Bazen yemek bekleye bekleye uyuyorlar. Sabah uyanınca tekrar yemek istiyorlar. İki gün boyunca yemek bulamadığız zamanlar oluyor. Çocuklar hasta olduklarında da bir şey yapamıyoruz. Çünkü burada ne hastane var ne de yemek. Önceliğimiz yiyecek bir şeyler bulabilmek. Bazen çocuklarımızı kaybediyoruz. Onları tedavi ettirecek para yok. Kamptan çıkmak da çok zor. En önemli sorun para. Çocuklar hasta olduklarında yerde yatıyorlar. Allah korursa yaşıyorlar. Kesinlikle hastaneye gidecek imkân yok. Bu gördüğünüz barakada (2,5 m genişliğe 3 m uzunluk) 10 kişi birlikte yaşıyoruz. Bir köşede yemeklerimizi yapıyoruz. Tuvalet ihtiyacı olursa dışarıda, açık havaya çıkıyoruz.” BANGLADEŞ MÜLTECİ KAMPLARI VE YAŞANAN SIKINTILAR Bangladeş’teki mülteci kaplarında yaşanan sıkıntıların tespiti hususunda, kampta sürekli çalışmalar yürüten ve aralarında Arakanlıların da bulunduğu el-Najda Derneği temsilcisinin anlattıklarını aktarmak istiyoruz. 35 yaşındaki Mahmut Eyüp (Mahmut Alioğlu) el-Najda Yardımlaşma Derneği Başkan Yardımcısı. Cox’s Bazar’da 9.12.2008 tarihinde kendisiyle yaptığımız görüşmede bize şunları anlattı: “1986 yılında Arakan’dan Bangladeş’e ailece göç ettik. Burada diğer Arakanlı mültecilerin sorunlarıyla da ilgileniyoruz. Buraya Burma’nın Arakan bölgesinden göç eden Arakanlı mültecilerin çok ciddi sorunları var. Genelde hemen her şeyin yasak olduğu kampta mültecilerin dışarıya çıkma ve çalışma izinleri yok. Ancak resmî kamplarda kalan mülteciler izinle dışarı çıkabiliyor. Bu da sadece hastalık gibi hâllerde mümkün olabiliyor. Mültecilerin kamplardaki sorunları dile getirmelerine ya da gösteri yapmalarına izin verilmiyor. Kamptaki çocuklar sadece ilkokula gidebiliyor. Mülteci çocukların ilkokuldan sonra okuma hakkı yok. Kampta mültecilerin evlerinde elektrik yok. Akşam karanlıkta, mum ışığında kalıyorlar. Su sorunu da var. Temiz su bulmak neredeyse imkânsız. Yer altı sularına kampın yüksek olması ve zeminin sert olması nedeniyle ulaşılamıyor. Genelde her kampta su sorunu var. Gayriresmî kamplarda bu sorun daha fazla. Sular uzak bir mesafeden taşınıyor. Taşınan bu sular sadece içmek için kullanılıyor. Kampta cep telefonu kullanmak yasak, telefon sadece görevli kişilerde var. Resmî olmayan kamplarda hastalıklar da çok fazla. Bu insanlar sağlık konusunda da hiçbir yardım alamıyorlar; ne ilaç ne de tedavi imkânları var. Varsa kendi imkânlarıyla şehre tedavi için gitmelerine izin verilebiliyor. Kamplarda acilen tedavi olması gereken çok sayıda hasta var. Kayıtlı kamplarda bir sağlık ocağı, bir doktor ve hemşire var. Durumu ağır olmayan hastalara buralarda bakılıyor. Durumu ağır olan hastaları hastaneye götürmek için ise bir ambulans yok. Bu hastaları aile ancak varsa kendi imkânları ile hastaneye götürebiliyor. Kampta yaygın olarak solunum yolu hastalıkları, ‘biyomenya’ denilen soğuk algınlığı görülüyor. Çocukların çoğu bu hastalığa yakalanıyor ve çok sayıda çocuk bu nedenle hayatını kaybediyor. Kamplarda sıtma ve ishal de oldukça yaygın. Çocukların başlarında vitaminsizlikten kaynaklanan birçok yara var. Uyuz ve benzeri deri hastalıkları kamp sakinlerinin %50’den fazlasında görülmekte. Hükümetin ve BM’nin resmî olmayan kamplara yönelik hiçbir yardımı yok. Burada yaşayanlar perişan hâldeler. Kampta yiyecek, sağlık, eğitim, su, elektrik vb. hiçbir şey yok. Kayıtlı kampta yardımlar ailedeki kişi sayısına bakılarak yapılıyor. Haftada bir defa bir aileye yetecek gıdanın yaklaşık yarısı kadar yiyecek yardımı yapılıyor. Verilen sadece kuru gıda.. pirinç, yağ, şeker, un, makarna ve çay. Et ve meyve verilmiyor. Günlük sıcak yemek yok. Hükümetin veya BM’nin maddi bir yardımı yok. İlaç, giysi, ev eşyası zaten verilmiyor. Kamptakilerin özel tuvalet ve banyoları yok. Erkekler kampın aşağısında, dört adet su kuyusunun olduğu açık alanda bulunan tulumbadan soğuk suyla banyo yapıyorlar. Kadınlar için kapalı birkaç banyo var. Kanalizasyon sistemi yok. Evlerden çıkan atık su, çukurlara gidiyor. Kısacası özellikle gayriresmî kamplarda yaşayan mültecilerin durumu çok kötü. Resmî kamplarda mescit, ilkokul, çocukların top oynayabileceği yerler, video gösteri yeri var. Çok çocuklu ailelere yeni bir ev verilebiliyor. 1992 yılında tahta ve kamıştan yapılmış olan bu evler 15 yıl sonra ilk kez geçen yıl tamir edildi. Kamptaki mültecilerin en önemli şikâyetlerinden biri de müdür ve görevlilerin mültecilere dayak atması. Kamplarda hakaret ve işkence var. Bazen ölüm olayları bile yaşanıyor. Bir süre önce bir mülteci çocuk BM yetkilisine kamptaki koşulları bir mektupla şikâyet etmiş. Görevliler bu yüzden çocuğun parmaklarını kesmişler. Geçmişte bir kişinin de dilinin kesildiğini biliyoruz. Cezalandırma olarak her türlü dayak var. Buna engel olacak bir sistem yok. Görevliler mültecilere rahatça dayak atılabiliyor, bir süre kapalı bir yerde tutabiliyor. Kampta ancak cinayet gibi büyük suçlar işlendiğinde soruşturma açılıyor. Kamptaki bir diğer önemli sorun da rüşvet konusu. Bir problem olduğunda sorunu ancak yetkililere biraz para vererek çözebiliyorsunuz. Kamptaki bir sorunun şikâyet edilmesi hâlinde etkili bir soruşturma yapılmıyor. Üstüne üstlük şikâyeti yapan kişi ve ailesi hedef oluyor. Bu kişiler hakaret ve dayağa maruz kalabiliyor. İnsanlar bu nedenle şikâyet etmekten korkuyorlar. Mültecilerin şikâyet etme hakkı var ama bu davalar etkisiz oluyor. Onun için mülteciler dava açma yoluna genelde başvurmuyorlar; çünkü öldürülebileceklerini düşünüyorlar. Sonuç olarak her türlü yardıma ihtiyacı olan mülteciler, kamplardaki hayat şartlarının iyileştirilmesini istiyorlar.” MÜLTECİLERİ GERİ GÖNDERME SORUNU 1992 yılında BM ile Bangladeş arasında, Arakanlı mültecilerin güvenli bir biçimde ülkelerine dönebilmeleri için bir anlaşma yapıldı. Fakat bu anlaşma sonrası ülkelerine dönen mülteciler için gereken tedbirler ne yazık ki alınmadı. Arakan’a dönen mülteciler, kendilerine ait evlerin ve toprakların Myanmar askerleri tarafından müsadere edildiğini gördüler. Mülteciler ülkeden kaçma nedenlerinin hâlen devam ettiğini gördüklerinde, bu durum onların yeniden sığınılacak bir ülke aramalarına sebep oldu. Mülteci statüsünde bulunan kişilerin zorla sınır dışı edilmesi, uluslararası mülteci hukukunun temel ilkelerinden olan “geri göndermeme” (non-refoulement) ilkesini açıkça ihlal etmekte ve mültecilerin can güvenliklerini de riske ederek akıbetlerini belirsiz hâle getirmektedir. Elbette ki dileyen Arakanlılar kendi ülkelerinde, kendi topraklarında yaşamalılar. Asıl olan, Myanmar’ın hak ve özgürlükleri ihlal eden askerî cunta rejiminden kurtulması ve adil yeni bir yönetime sahip olmasıdır; ancak bu durumun yakın dönemde gerçekleşmesi için temenniden öteye geçen çalışmalar gerekmektedir. ULUSLARARASI CEZA MAHKEMESİ VE BM GÜVENLİK KONSEYİ Myanmar’daki askerî cunta, başta Arakan bölgesi olmak üzere sivil nüfusun önemli bir bölümüne karşı bilerek saldırı düzenleme, cinayet, yok etme, tecavüz, çok sayıda sivili zorla yerinden etme ve mallarına el koyma ile genel olarak soykırım sayılabilecek fiilleri işlemektedir. Yasal anlamda soykırım; bir planın icrası suretiyle, millî, etnik, ırki veya dinî bir grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi maksadıyla bu grupların üyelerine karşı aşağıdaki fiillerden birinin işlenmesi sonucunda oluşur: Kasten öldürme, kişilerin bedensel veya ruhsal bütünlüklerine ağır zarar verme, grubun tamamen veya kısmen yok edilmesi sonucunu doğuracak koşullarda yaşamaya zorlanması, grup içinde doğumlara engel olmaya yönelik tedbirlerin alınması, gruba ait çocukların bir başka gruba zorla nakledilmesi. Yukarıda sayılan fiillerin Myanmar tarafından işlenmesi sonucu iki milyondan fazla Arakanlı kendi topraklarını terk etmek zorunda kalmıştır. Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM), Roma Statüsü’ne göre 2002 yılında Hollanda’nın Lahey kentinde kurulmuştur. Daimi bir mahkeme özelliğine sahip ve soykırım, insanlığa karşı suçlar, savaş suçları gibi belirli konularla ilgili olarak kurulduğu tarihten sonra işlenen suçlar hakkında yargılama yapma yetkisine sahiptir. Devletlerin kendi iç hukuklarında yargılamadığı veya yargılama konusunda isteksiz davrandıkları durumlarda UCM, ikincil bir mahkeme olarak yargılama yetkisini kullanmaktadır. UCM’nin yargılama yetkisinin söz konusu olabilmesi için, suçun ya taraf ülke topraklarında ya da taraf ülke vatandaşı tarafından işlenmesi gerekmektedir. Bunun dışında, bir suç hakkında soruşturma açılabilmesi ancak ilgili devletin gönüllü olarak UCM’nin yargılama yetkisini kabul etmesi ya da BM Güvenlik Konseyi’nin konuyu UCM’ye havale ettiğine dair bir karar alması hâlinde mümkün olabilmektedir. Myanmar devleti UCM’ye taraf değildir; ayrıca UCM 2002 yılından sonraki suçlarla ilgilendiğinden Myanmar yönetimini geçmişe yönelik suçlardan yargılayamamaktadır; oysa ki asıl suçlar bu tarihten önce işlenmiştir. Ancak askerî cunta, soykırım suçunu ve yukarıda sayılan suçları hâlen dahi, daha az yoğunlukta fakat devamlı olarak işlemektedir. Devam eden bu suçlar nedeniyle Myanmar UCM’de yargılanabilir. Ayrıca Mayanmar için -tarafı olmadığından- BM Güvenlik Konseyi’nden yargılanması yönünde karar çıkması gerekmektedir. Buradaki sorun da BM Güvenlik Konseyi’nin veto yetkisini kalıcı üyelere tahsis etmesindedir. Konseyin daimi üyeleri ABD, Rusya, Çin, İngiltere ve Fransa’dır. Myanmar devleti, ülkesinde yaptığı zulümler nedeniyle BM Güvenlik Konseyi’ne genel olarak sevk edilen bir devlettir. Ancak Çin, Doğu Türkistan; Rusya ise Çeçenistan’da yaptığı soykırım, insanlığa karşı suçlar gibi zulümlerine Güvenlik Konseyi’nin müdahale alanı (örneği) açması endişesiyle Myanmar’ın zulümlerinin üstünü örtmek amacıyla veto yetkisini kullanmaktadır. Ayrıca Çin’in Myanmar’la binlerce kilometrelik sınırı ve sıkı ekonomik ilişkileri olması, insan haklarının menfaatlere kurban edildiğini bir kez daha göstermektedir. Bu şekilde Arakanlı mültecilere yapılan zulümlerin yakın dönemde hesabının verilmesinin beklenmediği gibi, zalim Myanmar’ın Arakanlılara zulmetmesini engelleyip muhacirlerin kendi ülkelerine dönmelerini sağlayabilecek etkili bir yaptırım da ufukta görünmemektedir. Ancak bunların yanında, Müslüman ülkeler ve başta Türkiyeli Müslümanların, kardeşlerinin sorunlarıyla ne derece ilgilendiği hususunda kendimizi hesaba çekme vaktinin oldukça geçtiğini de hatırlatalım.