Hacı İsmail Ali Naşvan (1929) Filistin’in Duveyme köyünde dünyaya geldi. 1948’de el-Halil şehrinin batısında bulunan Duveyme köyüne, Siyonist Haganah ve Lehi örgütlerine bağlı Moşe Dayan komutasındaki 89. Tabur tarafından düzenlenen baskında, 400’ü aşkın köy sakini katledilmiş ve geriye kalanlar köyden kovulmuştu. Hacı İsmail Ali Naşvan bu katliamın tanıklarından biriydi. 1956’da İsrail kuvvetleri tarafından tutuklandı ve iki sene hapis yattı; ardından Filistin’den Ürdün’e sürgün edildi. O tarihten beri Ürdün’de yaşıyor.
Hacı İsmail Ali Naşvan, anavatanına dönmenin hayaliyle yaşıyor. Ocak 2010’da kara yolu konvoyuna ve sonrasında da Özgürlük Filosu’na oğlu Mustafa İsmail Naşvan (1969) ile birlikte katıldı. İsmail Ali Naşvan’ın Mavi Marmara’da yaşadıkları İHH Kitap tarafından çıkan “Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu: Yolcularla Söyleşiler” kitabında yer buldu. İsmail Naşvan’ın yaşadıklarından kesitler:
Sabah namazını kılıyorduk. Kunut duası yaparken çok büyük bir ses duyduk. Zodyaklar, savaş firkateynleri, uçaklar ve kurşun sesleri... Hemen geminin kenarına gidip denize baktım. Zodyak botlarının gemiye yapıştığını ve bazı askerlerin geminin güvertesine çıkmaya çalıştığını, diğer askerlerin ise ses bombaları ve plastik mermiler attıklarını gördüm. Zannedersem güvertedeki yolculara doğru gerçek mermiler de atıyorlardı.
O anda gemiyi korumakla görevli bazı kardeşlerimize bir zodyak botunu gösterdim. Onlar da itfaiye hortumları ile hücumbota doğru tazyikli su sıkmaya başladılar. Sonra benim geminin içine girmem istendi.
Sonrasında ise aktivistlere karşı gerçek mermilerle ateş açılmaya başlandı. Önce yaralılar, ardından gözlerimin önünde şehitler indirildi aşağıya. Kendime hâkim olamayıp hüngür hüngür ağladım. Bir süre sonra kalktım, belki içlerinde tanıdığım biri vardır diye şehitleri gezmeye başladım. Bir de baktım ki oğlum önümde şehit olarak duruyor. Hemen Allah Teâlâ’ya hamdettim oğlumun kanı Türklerin kanına karıştı diye ve O’na dua ettim oğlumu benden kabul etsin ve kıyamet günü onu bana şefaatçi kılsın diye. Ancak birkaç saat sonra bizi geminin güvertesine çıkardıklarında bir de baktım ki oğlum önümde dipdiri duruyor. Çok duygulandım ve Allah Teâlâ’ya yine hamd ettim. Zira müminlerin bütün işleri hayırdır.
Daha sonra bütün yolcuları gemi güvertesinde toplayıp tutukladılar. Ardından gemiyi Aşdod Limanı’na çektiler. Yolcuları teker teker indirip tutuklular için özel olarak hazırlanan çadıra aldılar. Orada İsrailli bir subay tıbbi muayene isteyip istemediğimi sordu, reddettim. Bana “Sen izinsiz olarak İsrail topraklarına girdin” deyince, tereddütsüz hemen kendisine cevap verdim onun anlayacağı dille, İbraniceyle: “İsrailli korsanlar bize saldırıp uluslararası sularda gemimize el koydular”. İsrailli subay bu cevabıma sinirlendi ve bana bakarak “Sen hâlâ ölmedin mi?” dedi. O an elli küsur yıl öncesini hatırladım, 1956’da işgalcinin hapishanesinde geçen iki yılımı…
Uluslararası baskılar ve özellikle de Türkiye’nin baskıları neticesinde işgal devleti bizi salıvermeyi kabul etti. Şeyh Hüseyin Köprüsü üzerinden karayoluyla bizi Ürdün’e göndermek istiyorlardı. İlerlemiş yaşım sebebiyle hapishaneden ilk salınan ben olmuştum. Dışarıda mahkûmların nakli için kullanılan özel hapishane araçlarını gördüm. Hemen bağırdım “Sizin gibi suçlulara tahsis edilmiş olan bu hapishane araçlarına kesinlikle binmeyeceğiz. Ancak bize yaraşır, klimalı otobüslere bineriz” dedim.
Ürdün sınırına geldiğimizde büyük bir kalabalığın bizi karşılamaya geldiğini gördük. Ancak şehit kanları üzerine sevinecek halimiz yoktu; kalplerimizde onların yarası hâlâ taptazeydi. O esnada ilk söylediğim söz şu oldu: “Yakında tekrar geleceğiz… Yakında tekrar geleceğiz… Yakında tekrar geleceğiz…”
Abluka altındaki Gazze'ye bağışlarınızla destek olabilirsiniz.
Online Bağış için tıklayınız.
Banka Hesap Numaraları için tıklayınız.