İHH Katarakt Projesi’nde gönüllü olarak 01.02.2008 - 02.03.2008 tarihleri arasında bir ay süre ile çalışmış bir hemşireyim. Size öncelikle kendimden, sonra da bu projede edindiğim tecrübelerden ve yaşadığım duygulardan bahsetmek istiyorum.
01.04.1972’de Silifke’de doğdum. Aslen Mersin Mut’luyum. İlk ve orta tahsilimi Konya’nın Seydişehir ilçesinde, Sağlık Meslek lisesini Nevşehir’de, iki yıllık yüksek okulu da Selçuk Üniversitesi’nde tamamladım. Yaklaşık olarak 18 yıllık bir meslek hayatını geride bıraktım. Bunun ilk iki yılı sağlık ocağında, sonraki iki yılı ameliyathane yoğun bakım ünitesinde, kalan 14 yılı da ameliyathane göz masasında geçti. 14 yıllık ameliyathane servisi çalışmamda öncelikle göz, daha sonra da diğer branşların operasyonlarında aktif olarak bulundum.
Mesleğime ve kendime olan saygımdan dolayı, bu zamana kadar ameliyathane ile ilgili olarak sürekli kendimi yenileme ve araştırma içerisinde oldum. Bundan iki yıl önce de Gazi Eğitim Araştırma Hastanesi’nde üç ay süren Vitroretinal Cerrahi eğitimi aldım. Bu konuyla ilgili olarak da göz operasyonlarında severek asistan hemşire olarak çalıştım. Sanırım kendimden bu kadar bahsetmem yeterlidir.
“Afrika Katarakt Projesini” ilk kez çalıştığım klinikteki bir göz hekiminden duydum (Dr. Aydın Beyatlı). Kendisi bana bu projede onunla birlikte gönüllü olarak yer alıp alamayacağımı sordu. Önce kabul etmedim. Kabul etmeme sebebim ise malum, maddi sebeplerdi. O tarihlerde (Kasım 2007) İHH’nın bu proje ile ilgili olarak Sağlık Bakanlığı ile bir anlaşması yoktu. Ben de her memur gibi ayın sonunu zor getiriyorum. Ama bu nedenle projeye katılamamak da içime dokunmuştu. Daha sonra İHH’nın “Katarakt Projesi” ile kasım ayındaki TOD Kongresi’nde (Antalya) tekrar karşılaştım. Orada bir standları vardı, burada projeden sorumlu Dr. Metin Bey ile tanıştım. Proje hakkında detaylı bilgiyi aldıktan sonra gidememe sebebimi konuştuk. O da bana o günlerde Sağlık Bakanlığı ile uzlaşmaya vardıklarını ve projeyi artık bakanlığın desteklediğini; maaş, döner sermaye ve özlük haklarımızda herhangi bir değişiklik olmayacağı konusunun netlik kazandığını, herhangi bir mağduriyetin yaşanmayacağını açıkladı. Artık bu konuyla ilgili sıkıntılar ortadan kalktığından gönül rahatlığıyla, bana ihtiyacı olan insanlara yardımcı olmak ve bir nebze de olsa yalnız olmadıklarını hissettirmek için harekete geçtim. Sonuçta bu projede konu insandı. Görmeyen milyonlarca insandan söz ediliyordu. Amaç; din, dil, ırk ayrımı gözetmeksizin onların görmesini sağlamak için yardım etmekti. Faydalı olacağıma inanıyordum.
İşe ilk olarak hemen orada kaydımı yaptırmakla başladım. Benim için uygun olan tarihi seçip e-mail adresimi ve telefon numaramı kaydettirdim. Konya’ya döndükten sonra Metin Bey ile iletişimim devam etti.
14 yıllık ameliyathane göz hemşiresi olarak insanlara karşılıksız yardım edebilecek olmanın hazzını ve sevabını almak büyük bir mutluluk olacaktı. Bu projeyi ve konuyla ilgili kişisel düşüncelerimi etrafımdaki arkadaşlarımla paylaştım. Çok büyük destek aldım. Benimle bu projeye katılmak isteyen iki arkadaşım daha oldu. Onlar da ameliyathane hemşiresiydi. Toplam üç kişi olmuştuk. Metin Bey’le görüşerek beraber aynı tarihte gidip gidemeyeceğimizi sordum. Bunu iki buçuk ay öncesinden sorduğum için Metin Bey o tarihte gidecek hemşire olmadığını ve üç arkadaş birlikte gitmemizin sorun olmayacağını söyledi. Yalnız, arkadaşlarımdan birisi 4-B’li olduğu için bakanlık yazışmalarında kabul edilmedi ve biz iki kişi kaldık. Gitmeden önce gerek Metin Bey’le telefon aracılığıyla gerek internet ortamında görüşerek gerekli belgeler ve prosedürleri tamamladım. Bunlar:
a) En az 1 yıllık süresi olan pasaport (Yeşil pasaportta da vize alınmaktadır.)
b) Diplomanın renkli ve noter onaylı fotokopisi
c) 6 adet renkli vesikalık fotoğraf (Yanınızda bundan hariç fotoğraf bulunmasında fayda var, ihtiyaç olacak.)
d) Nüfus cüzdanınızın arkalı önlü fotokopisi “Afrika Katarakt Projesi Koordinatörlüğü’ne” hitaben Afrika’da bulunacağınız tarih ve süreyi belirten ve “gönüllü olarak” çalışmak istediğinizi ifade eden dilekçeniz.
Hazırladığınız bu belgeleri kargo ile aşağıdaki adrese gönderiyorsunuz;
“İnsani Yardım Vakfı – ÇÖL DOKTORLARI; Dr. Metin Vural - İhsan Özyürek”
Büyük Karaman Caddesi, Taylasan Sokak No: 3 34230 Fatih /İstanbul
Telefon numaraları:
Doktorlar için: 0532 2420779 – 0506 2810846 (Avea sağlık hattı.)
Hemşireler için: 0532 6115272 – 0506 2979991 (Avea sağlık hattı.)
Oraya gitmeden önce internet ortamından nasıl bir yerde kalacağımız, orada ne giyeceğimiz ve ne yiyeceğimize kadar her şeyi araştırmıştım. Gerçi benim için en önemli şey çalışma ortamının sterilizasyon şartlarıydı. sterilizasyon’un altını iki kere çiziyorum arkadaşlar; çünkü göz cerrahisinde sterilizasyona dikkat etmezseniz enfeksiyon iki saat gibi kısa bir sürede yayılır, dört saat gibi bir sürede hastanın gözünü geri dönüşü olmayacak bir şekilde kaybedebilirsiniz. Cerrahide kural, “yardım edemiyorsan zarar vermemektir”. Metin Bey’e aletler sterilizasyon şartları ve malzemelerle ilgili birçok sorum oldu. Metin Bey orada flaş otoklav olduğunu söyleyince bir parça olsun içim rahatladı. İnanın, imkansızlıklar altında yapılabilecek en iyi ve modern ameliyathane şartlarını orada sağlamışlardı. Gitmeden bunu nereden biliyordun diyebilirsiniz. Oradaki ameliyathane ortamını ve operasyonları evlerinizden canlı olarak internet üzerinden izleyebiliyorsunuz.
Nihayet hazırlıklarımızı tamamladık. Gideceğimiz gün yaklaştı. Afrika ülkelerine gidecek olan herkesin yaptırması gereken sarıhumma aşısını yaptırmamız gerekiyordu (Aşıyı Ankara veya İstanbul’da yaptırabiliyorsunuz.). Metin Bey bunu İstanbul’da yaptırabileceğimizi söyledi. Ben ve arkadaşım Serpil, Sudan uçağına bineceğimiz günden iki gün önce Edirne’ye gittik. Hem Edirne’deki arkadaşımızı ziyaret ettik hem de biraz dinlendik. Aşımızı uçağa bineceğimiz gün yaptırıp sonra da havaalanına gitmeyi planladık. Yalnız biz İstanbul’u çok iyi bilmediğimizden Metin Bey ile diyalog kurup aşı için nereye, nasıl gideceğimizi sorduk. Bize, merak etmememizi, istersek İHH’dan görevli arkadaşların bizi karşılayıp aşı olunacak yere götürmek için bize eşlik edebileceklerini söyledi. Biz de bu teklifi memnuniyetle kabul ettik.
Uçağa binmek için Edirne’den İstanbul’a geldiğimizde İHH’dan görevli arkadaşlar bizi karşıladı. Bizi otogardan alıp aşı olacağımız yere götürdüler, aşımızı yaptırdıktan sonra da havaalanına kadar bize eşlik ettiler. Havaalanında Metin Bey ile buluştuk. Oraya bizimle gidecek olan bir doktor (Dr. Ahmet Elbay) ve iki hemşire arkadaşla (Mesude, Fikriye abla) burada tanıştık. Metin Bey bize tekrar “hoş geldiniz” diyerek gidişimiz, uçak biletlerimiz, pasaportlarımız konusunda hem yardım etti hem de bilgi verdi. Sonra orada kullanacağımız disposeuble gömlek, eldiven, lens gibi çeşitli tıbbi malzemelerin olduğu valizleri, orada yiyeceğimiz kahvaltılık ve kuru gıda gibi paketleri bize teslim etti. Kendi eşyalarımız ve oraya gidecek malzemelerle birlikte uçağa bindik.
Dört buçuk saatlik uçak yolculuğu sırasında hiçbir sorun yaşamadık. Bize uçakta bir form verdiler. Geliş amacınız, adınız, soyadınız vb. soruların olduğu bir formdu bu. Formu doldurduktan sonra yanınızda bulunduruyorsunuz. Pasaport kontrolünde pasaportla birlikte görevliye veriyorsunuz. Sudan’a indikten sonra beraberimizde götürdüğümüz malzemelerin (özellikle tıbbi malzemeler) bir kısmı gümrüğe takıldı. Bazılarını kendi kişisel eşyalarımız gibi geçirebilsek de yabancı dilimizin zayıflığı nedeniyle gümrük görevlilerine derdimizi tam olarak anlatamadık ve malzemelerimizin tümünü geçiremedik. Aslında Sudan Sağlık Bakanlığı bu ameliyatları desteklemekte, yine de bazı durumları gümrük görevlilerine anlatamıyorsunuz. Ancak kalan malzemeler ayrı bir izinle sonradan alınabiliniyor (yaklaşık bir iki haftayı buluyor). Gümrük görevlilerine derdimizi anlatmak için epey dil döktük. Bu malzemelerin ameliyatlar için kullanılacağını, başka bir amacımızın olmadığını anlatmaya çalıştık. Ne yazık ki, gümrük görevlileri kendi halkları için yapacağımız ücretsiz ameliyatlar konusunda oldukça ilgisizdi. Oysaki her iki ülke sağlık bakanlığının birbiriyle protokol antlaşması var ama yine de böyle bir zorluk yaşanıyor. Yalnız, buradaki sıkıntının tıbbi malzemelerle ilgili olduğunu söylemeliyim, kendi kişisel eşyalarımızla ilgili bir problem yaşamadık.
Nihayet havaalanından çıktığımızda elimizde gümrükten geçirebildiğimiz malzemeler ve kendi eşyalarımız vardı. Bizi burada İHH’dan İhsan ve Mehmet Beyler karşıladı. Gümrükte gördüğümüz muameleden dolayı biraz somurtmuş durumdayken onların sıcacık “hoş geldin”i ile karşılanmak bizleri mutlu etti. Eşyalarımız arabaya yerleştikten sonra kalacağımız eve gidinceye kadar gümrükteki muameleden bahsedip durduk. Onlar bize bunun için üzülmememizi, böyle sıkıntıların yaşandığını ama sorunun çözüleceğini söylediler. Eve geldiğimizde evdeki arkadaşlar bizleri çok sıcak karşıladı. Bize görevi teslim edecek olan dört hemşire arkadaş, üç doktor ve tercümanımız Fatma’yla tanıştık.
Burada herkes aile gibiydi. Toplu yaşanan her yerde olduğu gibi bu evin de bazı kuralları vardı. Evimizde altı yatak odası bulunmaktaydı. Odalardan biri dört-beş kişinin kalabileceği şekilde banyo ve tuvaleti içinde tasarlanmıştı. Diğer odalar iki kişilik ama banyo ve tuvalet iki odanın kullanabileceği şekilde oda dışında yapılmıştı. Odalarda klimalar ve kıyafetlerimizi koyacağımız dolaplar mevcuttu. Oradaki insanlara yardım etmek için “çadırda bile kalırım” düşüncesi ile gitmiş birisi olarak kalacağımız yeri fazlasıyla konforlu buldum. Biz hastaneye gittikten sonra dışarıdan gelen Sudanlı bir hanım odalarımızın temizliğini yaparak yatak çarşaflarımızı değiştiriyordu. Orada sürekli kalan bir de Gaziantepli Recep ustamız (aşçı) vardı. Sabah kahvaltısı, öğle yemeği, akşam yemeği usta tarafından hazırlanıyor. Yemekleri övgüyü fazlasıyla hak ediyordu.
Aslında burada ne anlatsam boş, yaşamanız gerekiyor. Kısacası burada sizin tam olarak ameliyatlara konsantre olabilmeniz için bütün rahatınız düşünülmüş durumda. Akşamları evde dinlenirken izlemeniz için uydu antenli bir televizyonunuz mevcut. Aynı zamanda film izlemeniz, fotoğraf seyretmeniz için bir projeksiyon cihazınız da var. Ortak kullanım alanı olan; yemek odası, televizyon izleme odası (aynı odada internet bağlantılı iki bilgisayar da mevcut), mutfak (fırın, ocak, buzdolabı mevcut) sürekli açık bulunmakta. Normal yemekler haricinde ekstra şeyler için kendiniz uğraşıyorsunuz. Her şeyden önce aile gibisiniz zaten; birisi meyve getiriyor hepiniz yiyorsunuz, birisi çay demliyor hepiniz içiyorsunuz. Orayla ilgili en çok özleyeceğim şeylerden biri de şubat ayında yediğim karpuzlar. Ev içerisinde sigara içilmiyor. Bunun sebebi de sigara içmeyenlerin rahatsız olmaması. Mesela ben sigara kullanıyorum ve sigaramı hep bahçede ya da balkonda içtim. Sigara kullanan diğer arkadaşlarım da aynı şekilde bahçe ve balkonu kullandılar. Beylerle aynı evde kalma konusunda da sıkıntı yaşamadık; çünkü burada herkes birbirinin yaşam alanına son derece saygılı.
Gelelim çalışma şartlarımıza; her gün saat 07:30’da kahvaltıya iniyor, saat 08:00 veya 08:15 gibi evden çıkıp yaklaşık 15 veya 20 dakikalık bir minibüs yolculuğundan sonra (araç İHH’ya ait) çalıştığımız hastaneye geliyorduk. Dışarıdaki hasta insan kalabalığını geçtikten sonra hemen giyinme odalarımıza gidiyor ve formalarımızı giyiyorduk (Erkekler ve hanımlar için ayrı birer giyinme odası var.). Hekimler gelen hastaları teker teker içeri alıyor, bir önceki gün ameliyat olanların kontrolünü yapıyor, daha sonra da muayene için gelenleri muayene edip katarak ameliyatından fayda göreceklerin ölçümünü yaparak pupillalarını büyütmek için bekleme odasına alıyorlardı. Hastaların pupillalarını büyütmek için birkaç Sudanlı hemşire ve Sudanlı sekreterimiz Kevser bize yardımcı oluyordu.
Biz ise hemşire arkadaşlarım ve tercümanımız Fatma’yla ameliyathaneye girip ameliyat öncesi hazırlıkları yapıyorduk. Aletleri hemen şok otoklava atıp sterilizasyonunu yapıyorduk. Bu sırada bir arkadaşımız da hemen yıkanıp steril boks gömleğini giyerek ameliyat masalarını hazırlıyordu. Burada işleri serileştirmek için iş bölümü yapmak çok önemli. Bir arkadaşımız steril bir şekilde, çalışacağımız masa sayısı kadar masaların disposeuble örtülerini örtüyor, masaya alınacak steril malzemeleri alıyor, diğer arkadaşlarımız da ona steril paketler açıyor yani sirkülelik yapıyordu. Masalar hazırlandıktan sonra dışarıdaki arkadaşlarımızdan ameliyata kim girecekse o da yıkanarak steril boks gömleğini giyip masasındaki steril aletleri kontrol ettikten sonra hekimlere ameliyat için haber veriyorduk.
Hastalar içeri kabul ediliyor, lokal iğneleri yapılıp bir on dakika beklendikten sonra doktorlar da yıkanıp ameliyata başlıyorlardı. Ameliyathanede fako cihazı bulunan iki ameliyat masası, bir de fako cihazı olmayan mikroskobu olan ayrı bir masa var. Yani ameliyathanede toplam üç masa bulunuyor. Fako olarak alınabilecekleri o iki masaya alırken pecce olarak başlanacak hastaları da üçüncü masaya alıyorduk.
Arkadaşlarımızdan Mesude 112 acil servis hemşiresiydi. Buraya gelmeden önce bulunduğu hastanede göz ameliyatlarını ve steriliteyi iyice öğrenerek gelmiş zeki bir arkadaşımız. O, fako masasının birinde çalıştı. Benimle gelen Serpil arkadaşımız zaten ameliyathanede çalıştığından steriliteyi biliyordu. Göz ameliyatları için kendi hastanemizde de ben onu yetiştirmiştim. O da diğer fako masasında çalıştı. Eğirdir Kemik Hastanesi’nden gelen Fikriye ablamız ise ameliyathane tecrübesi olmayan fakat yardım etmek için yüreğini ortaya koymuş bir insan, onu da sirkülede görevlendirdik. Ben de genelde pecce ameliyatlarının yapıldığı masada çalıştım.
Arkadaşlar, buraya gelmek istiyorsanız lütfen ameliyathane şartları, sterilite ve göz ameliyatları konusunda kendinizi bulunduğunuz yerde yetiştirin. Çünkü orada birilerini yetiştirmek için ne zaman ne de malzeme israfı lüksünüz var. Malzemelerin tekrar sterilitesi mümkün değil. Gömlekler, masa örtüleri hepsi disposeuble yani tek kullanımlık. Aramızda sadece Fikriye abla ameliyatı bilmiyordu. Ona da bize sirküle olarak yardımcı olabileceğini söylediğimizde elinden geleni yaptı.
Bu arada ameliyathanede şöyle bir kanı var: Ameliyata hemşire ve doktor girer, malzemeyi personel açar. Bu yanlış bir kanı arkadaşlar. Ameliyathanede bir sirküle (scrub) hemşire, bir enstrumante hemşire olur. Asistanlığı doktorlar yapar. Ama Türkiye’de, özellikle devlet hastanelerinde asistan doktorlar olmadığı için, asistanın işini hemşireler yapmaktadır. Tabii sayımız yeterli olmadığı için sirküle hemşire bulamadığımız zamanlarda asistanlığı biz yapıyoruz, bu koşullarda sirkülelik görevini personel arkadaşlara yaptırmaktayız. Kendi çalıştığım hastanede sirküleliği elimizden geldiği kadar biz kendimiz yürütüyoruz. Yetişemediğimiz yerlerde personel arkadaşlardan yardım alıyoruz. Bunları sizlere anlatmamın sebebi “o iş bizim işimiz değil” gibi düşüncelerinizin olmaması için. Benim fikrim, ameliyat işi bir ekip işidir, eksilenin yeri diğeri ile doldurulur. Yani herkes her işi yapar, sadece doktorun işini yapamazsınız. O da o eğitimi almadığımızdan. Bir doktor; doktorluk yapar, asistanlık yapar, enstrumantelik yapar, sirkülelik yapar, hasta yatırıp kaldırabilir. Bunların hepsi elinden gelir. Keza bir hemşirenin de doktorluk hariç diğer her şey elinden gelir, olayı böyle düşünün. Oraya yardım etmek için gittiğimizden cehaletimiz nedeniyle fazla malzeme kullanıp ya da steriliteyi bilmediğimiz için malzemeyi israf edip üç-dört insanın daha gözünü açacak malzemeyi heba etmeye hakkımız yok. Sonuçta bu işlerin bir de maliyet hesabı var. Bu maliyeti de düşünmelisiniz ki, burada yapılan harcamaların hepsi bağış.
Arkadaşlar, oraya gidiyorsanız gururdan ve kibirden arının lütfen. Sadece Allah rızasını ve kaç tane insanın gözünün açılmasında ucundan kıyısından nasıl bir faydam olur diye dününün. Dediğim gibi bir ekip çalışması yapıyorsunuz. Ekipten bir kişi bir şeyleri ters veya cahilce yaparsa bütün ekibin yaptığı iş çöker, bunu unutmayın! Bu nedenle herkesin iş konusunda kendisine çekidüzen verip anlayışlı, hoşgörülü ve sterilite konusunda aşırı titiz çalışması gerekir. Bir hastaya dikkatsizlik yüzünden bulaşan enfeksiyon, onun gözüne mal olur ve hepinizin uykuları kaçar.
Bunlar dışında, kullandığımız aletlerin bakımı da çok önemlidir. Onları yumuşak ve iyi şekilde temizlememiz gerekir. Göz aletleri mikro cerrahi aletleri olduğu için incedir ve pahalı aletlerdir. Sert bir yere en ufak bir temas aletleri kullanılamaz hale getirir. Bu yüzden ben hep şöyle derim; “Göz cerrahi aletleri çocuklarım gibidir, onlara gözüm gibi bakarım, hastalar annem babam gibidir.” çünkü nihayetinde hastalar birilerinin anneleri, babaları, kardeşleri değil mi? Cerrahi aletlerine iyi bakmalıyız; temizliğine, bakımına, sterilitesine çok dikkat etmeliyiz; onlar sonuçta ekibin en önemli parçalarındandır. İyi ameliyatlar çıkarmanıza vesile olur.
Neyse, konumuza dönelim. Hastaları içeri alıp ameliyatlara başladıktan sonra her ameliyatta kullandığımız seti steril ediyoruz, yani bir masa için iki set kullanıyoruz. Biri steril olurken diğerini kullanıyor, diğeri çıkınca ötekini steriliteye atıyoruz. Disposeuble gömlek sayımız yeterli olmadığı için gömleklerimizi dikkatli kullanıyor, gömlek değiştirmeyip sadece steril eldiven değiştiriyoruz. Eğer herhangi bir sebeple (bazen hasta temas edebiliyor) gömleğimizin sterilitesi bozulmuşsa yenisi ile değiştiriyoruz.
Dil bilmediğimizden, ameliyatlar sırasında hastalarla iletişimimiz için yanımızda sürekli tercümanımız Fatma arkadaşımız vardı. Tabii zaman zaman bu görevi Hamza ve Mehmet Bey kardeşlerimiz de üstlendi. Ama onların dışarıda başka sorumlulukları da oluyordu. Ameliyatta hastalarımızın korkuları ve endişeleri ve bu işi bilmemelerinden dolayı doğan bazı sıkıntılarımız oluyordu.
Fatma arkadaşımız Sudan’da altı sene kalmış. Sudan Hartum İlahiyat Fakültesi’ni bitirmiş. Arapça ve Sudanlıların kullandığı lehçeyi çok iyi konuşabiliyordu. İHH tarafından tercüman olarak işe alınmış, fakat çok iyi yürekli olduğu için tercümanlık dışında bize her konuda yardımcı olmaya çalışıyordu. Sirkülelik konusunda da ondan çok yardım aldık. Bunları söyleme nedenim ise, bu insanın sağlık çalışması ile uzaktan yakından bir ilişkisi olmadığı halde ona öğretilen her şeyi, ekip çalışması ruhu ile elinden geldiği kadar yapmaya çalışmasıydı. Bu söylediklerim Hamza ve Mehmet Bey kardeşlerim için de geçerli. Yani siz nasıl elimden ne gelirse yaparım diyorsanız, onlar da aynı şekilde ellerinden ne gelirse yapıyorlar.
İlk grupta çalıştığım Dr. Davut Bey fako konusunda çok yetenekli bir üstattı. Bir günde 18 ila 21 vaka fako yapıyordu (Saat 09:30-17:00 arası). Dr. Ferruh Bey ise emekli bir göz hekimiydi, hem fako hem pecce ameliyatları yapıyordu. Ama onunla daha çok pecce ameliyatları yaptık. Çünkü bazı hastaların korneası çok bulanıktı (Keratopati bantlı). Tecrübesi, yeteneği ve Rabbimizin verdiği kuvvetle çok çok kötü vakaları yaptık. Ben 14 yıllık göz ameliyat hemşiresiyim. 17.000 ameliyata asistanlık yaptım, böyle kötü vakalar görmedim. Dr. Ferruh Bey de bir günde 10-12 ameliyat yapıyordu. Günlük ortalama 30 ila 35 vaka yapılıyordu. Dr. Ahmet Bey ise genelde hastaların muayenesi ve kabulünde görev aldı.
Ameliyatlarımızı bitirdikten sonra tekrar aletlerimizin ve ameliyathanemizin temizliğini yapıyorduk. Ameliyathanemizin temizliği için tablet tarzında suda eriyebilen dezenfekten formlardan kullandık. Aletleri protein çözücü ile yıkıyor ve kuruluyorduk. Haftada bir gün de (genelde perşembeleri) aletleri pas çözücü ile fırçalıyor, duruluyor ve kuruluyorduk. Burada kullanılan aletlerin bir kısmı direk bağış olarak gelmiş, bir kısmı da bağış paralarıyla İHH tarafından alınmış. Yani farklı markalar mevcut. Bu farklı markaların çelik özellikleri de farklı olduğundan aynı sette steril esnasında birbiri ile etkileşim yapıp küf yapıyor. Küf oluşma nedeni sadece bu değil, buranın suyu da aletlerde küf oluşumuna neden oluyor. Bu nedenle haftada bir pas çözücü kullandık. Size daha önce de bahsettiğim gibi aletlere iyi bakmanız lazım. Göz aletleri mikro cerrahi aletleri olduğu için hem pahalıdır hem de çabuk bozulur.
Ameliyatlar bittikten sonra üzerimizi değiştirip dışarıya çıkıyor ve Nil Nehri üzerindeki köprüde yürüyüş yapıyorduk. Bazen de bir kafeteryaya gidip hem biraz hava alıyor hem de günün kritiğini çıkarma imkanı buluyorduk. Ben, sindirim sistemim çabuk bozulduğundan, ne olur ne olmaz diye, kafeteryada genelde greyfurt suyu içtim. Yerli halkın temizlik alışkanlığına güvenemediğim için dışarıda yemek yemedim. Tabii bu benim yaptığım bir şeydi. Arkadaşlarım dondurma, meyve salatası, tatlı yedi ve bir şey olmadı. Fakat hiçbirimiz yemeklerimizi dışarıda yemedik. Recep usta her zaman yemeklerimizi en güzel şekilde hazırlıyor ve bizi bekliyor oluyordu. Ustamız çeşitli ülkelerde aşçılık yapmış, yemek yapmayı gerçekten seven iyi yürekli bir insan; yani o da işinin üstadı. Bize günlük, hatta haftalık ne yemek istediğimizin bir listesini çıkarmamızı söyledi. Bu listeye göre istediğimiz yemekleri yapıyordu. Hatta bizleri şımartmak için arada bir liste dışı meyve salatası, patlamış mısır gibi güzellikler de yapıyordu. Dedim ya, burada herkes birbirini hoşnut etmek, moral vermek için, hem insanlıklarının gereği hem de bizleri motive etmek adına elinden geleni yapıyordu. Ben şahsım adına burada kendimi prensesler gibi hissettim. Arkadaşlarımın da öyle hissettiğine eminim. Akşam yemeğini yedikten sonra çay faslımız başlıyordu. Kimi çay demliyor, kimisi televizyon seyretmeye ya da internetin başına çekiliyordu. İsteyen istirahat etmek için odasına gidiyor, kimisi de ibadet için çekiliyordu; yani herkes dilediğini yapıyordu.
Haftada bir gün yani cuma günü tatil yapıyorduk. Bu tatil günlerimizde de Sudan’ın değişik yerlerine (Nil Nehri, Osmanlı mimarisinin bulunduğu mescitler, okullar, kafeteryalar vb.) geziler düzenliyorduk. Dediğim gibi, herkes birbirinin yaşam alanına saygılı olduktan ve kimse kimseyi rahatsız etmeyip anlayış gösterdikten sonra; Türkiye’nin değişik yörelerinden gelmiş, amacı sadece görmeyen insanların gözünü açabilmek olanların anlaşamaması gibi bir durum söz konusu olmuyo0, bu konuda hiçbir sıkıntı çekmedik.
Arkadaşlar, insanlar yankı gibidir. Neyi nasıl söyler, düşünürseniz o şekilde size döner. Tabii bunalar benim düşüncelerim. Mevlana’nın bir sözünü hatırlatmak istiyorum; “Yaratılanı severim Yaradan’dan ötürü” insan sevgisi olduktan sonra her yerde yaşayabilirsiniz. Neyse, konumuza geri dönelim. Günlük olarak yaptıklarımızı aşağı yukarı anlattım. Bu arada Türkiye’den Metin Bey’le de sürekli irtibat halindeydik. Ameliyathanemizdeki eksik malzemeler ya da eksilenler için bilgi veriyor, karşılaştığımız ufak tefek güçlüklerin çözümü için öneriler sunuyorduk. O da elinden ne gelirse yapıyordu. Hatta özel bir istek ama bir keresinde orada istediğimiz gibi limon bulamadığımızı söylemiştim, sağ olsunlar onu bile hemen değerlendirmeye almışlar. Gelen arkadaşlarla hemen yollamışlar. Bilmiyorum arkadaşlar, insan daha ne ister. Çalışma koşullarımızı ve yaşam koşullarımızı bu kadar kolaylaştırmaya çalışan insanlara ancak teşekkür edebilirim.
On beş günlük bir çalışmadan sonra Dr. Davut Bey’i ve çok saygı duyduğum, benim için gerçekten ayrı bir yeri olan babacan insan Dr. Ferruh Bey’i, Dr. Ahmet Bey’i yolcu ettik. Onların yerine Dr. M. Fatih Küçük (Mersin Devlet Hastanesi), Dr. İnayet Andı (Özel Ümraniye Göz Hastanesi), Dr. Veysel Aykut (Haydarpaşa Numune Hastanesi) görevi teslim aldılar. Tabii bu yeni ekiple buradan ayrılan ekip bir gün beraber çalıştılar ve görevi öyle teslim aldılar. Gelen hekimlerimizde de önce bilmedikleri bir diyarda olmanın ve karşılaştıkları vakaların zorlukları biraz panik havası yaratsa da iki gün içerisinde alıştılar. Bu ekiple önce günlük 20 ameliyat yaparken daha sonra vakaları 25-27 sayısına ulaştırdık. Buradaki vakalar, Türkiye’deki gibi her an doktora ulaşabilen insanların vakalarına benzemiyor. Bant keratopati, zayıf zonüller, önceden geçirilmiş üveyitler ne ararsanız var. Bunları gözünüzü korkutmak için değil ama durumun vahametini anlatmak için söylüyorum.
Düşünün, %20’si kör olarak doğan çocuklar, körlük nedeniyle yaşam ve iş potansiyeli kötü durumda olan gençler, senelerce bir yerden bir yere gitmek için hatta yemek yemek için bile yardıma ihtiyacı olan yaşlılar... Bu durumdaki insanlara ücretsiz ve gönüllü olarak hizmet veriyorsunuz ve onların gülen gözleri ile ellerini açıp size dua eden elleriyle karşılaşıyorsunuz. Bu ne güzel bir duygu ve haz anlatamam… Buradaki insanlar, sürekli başka ülkeler tarafından sömürülmüş, cehaletle baş başa bırakılmış. Siz onlara Türk insanının iyilikseverliğini, vefasını ve en güzeli de bunların hepsini gönülden, hiçbir karşılık beklemeden yapıyor olmanın örneğini veriyorsunuz. Ne güzel değil mi?
Bizi bu şekilde iyi insanlar olarak yetiştiren ailelerimize, öğretmenlerimize ve kendimizi geliştirmemizde faydalı olan ülkemize, iş arkadaşlarımıza, yakın arkadaşlarımıza yani emeği geçen herkese bir kez daha teşekkür etmek isterim. Çünkü buradaki insanlara hizmet ederken yukarıda saydığım kişiler sürekli bize destek verdiler.
Bir aylık özverili ve özenli çalışmamızdan sonra yaklaşık 950 vakayı komplikasyonsuz tamamladık (Allah’a şükür!). Dönüş vaktimiz yaklaşınca son birkaç gün herkes hüzünlendi. Biz ayrılacak olduğumuz için, orada edindiğimiz dostlarımız ve hastalarımız da gideceğimiz için hüzünlüydü. Ayrılmamıza iki gün kala yeni doktor ve hemşire arkadaşlar geldiler. Son vazifemiz olarak onları buradaki yaşam ve çalışma şartları konusunda bilgilendirdik. Gelen hemşire sayısı üçtü. Gelecek ekipler dörder kişilik kadrolar şeklinde ayarlanmasına rağmen kadrodaki bir arkadaşın son anda kişisel veya ailesel bazı sebeplerden dolayı gelmekten vazgeçmesi hemşire ekibini üç kişi bırakmıştı. Bu da yeni gelen arkadaşların daha fazla yorulması, eksik elemanla çalışırken temponun düşmesi demekti. Bunu şunun için yazıyorum; oraya gitmeyi gerçekten istiyorsanız, bütün işlerinizi önceden ayarlayın, tabii ki hayati durumlar hariç (onu siz de bilemezsiniz). Son anda vazgeçmeniz demek, yerinizin anında doldurulamaması demektir. Bu da oraya gitmek isteyen diğer arkadaşlarınızın hakkını yemek (yardım mahiyetinde), giden arkadaşlarınızı da yarı yolda bırakmak anlamına gelmektedir.
Arkadaşlarımıza işleri teslim ettikten ve Türkiye’deki yakınlarımız için kendimizce bazı hediyeler aldıktan sonra dostlarımızın eşliğinde havaalanına geldik. Hepimiz oradan ağlayarak ayrıldık. Bir yarımızı Sudan’da bırakarak uçağa bindik. Yanımızda İHH’dan başkan yardımcısı Murat Bey de vardı. İstanbul’a döndükten sonra teker teker vedalaşarak birbirimizden ayrıldık. Sonuçta herkes farklı yerlere gidecekti. Bu arada o gün evlerine dönemeyecek olanlar için Murat Bey İstanbul’da kalacak yer ayarlayabileceklerini, herhangi bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını sordu. Biz aynı gün Konya’ya uçak biletimiz olduğu için kendisine teşekkür ettik. Çünkü hemen hemen herkes gideceği yer için önceden yer ayırtmıştı. Biletlerimizi aldık ve evlerimizin, ailelerimizin yolunu tuttuk. Bu arada İstanbul’a geldiğimizde yine İHH’dan Metin Bey bizi telefonla arayarak “hoş geldiniz” deyip bir şeye ihtiyacımız olup olmadığını, bir sıkıntı yaşayıp yaşamadığımızı sordu; bizlere tüm ilgi ve alakayı gösterdiler. Biz yanımızda Murat Bey’in olduğunu ve gerekenleri yaptığını söyleyerek kendisine teşekkür ettik.
Nihayetinde Konya uçağına binip evimize döndüğümüzde aklımızda hâlâ Sudan’daki hastalar ve dostlarımız vardı. Evet arkadaşlar, dilim döndüğünce size yaşadıklarımı anlatmaya çalıştım. Eksiklerim var ama fazlam yok inanın. Halen orası için ne yapabilirim diye düşünüyorum. Bu düşünce ve önerilerimi Metin Bey ve İhsan Bey ile de paylaşıyorum. Örneğin, oraya gidecek gönüllü hemşire arkadaşları -çalıştığım hastanenin iznini alınmak şartı ile- göz ameliyatları konusunda yetiştirmeye gönüllü olduğumu söyledim. Bu uzun soluklu bir proje olduğu için kalifiye eleman, yani göz ameliyatlarında tecrübeli hemşire arkadaşlara ihtiyaç olacak. Üç-beş ay sonra, şayet durumum uygun olursa tekrar gitmeyi düşünüyorum. Kim bilir, belki de bu sefer başka bir Afrika ülkesi olur.
Son olarak bu projeye destek veren Sağlık Bakanlığı’na, TİKA’ya, yardımlarıyla finans sağlayan tüm yardımsever vatandaşlarımıza, ayrıca bu projeyi yürüten tüm İHH ekibine ve özellikle bu projeden sorumlu başkan Metin Bey’e, başkan yardımcısı İhsan Özyürek Bey’e, İHH genel başkan yardımcısı Durmuş Bey’e, İHH genel sekreter ve başkan yardımcısı Murat Bey’e, Sudan’daki işlerin yürütülmesinden sorumlu müdür Serhat Bey’e, Sudan’da koordinatör Hamza Dinçer kardeşime, koordinatör ve tercüman Mehmet Akbaş kardeşime, tercüman Fatma Aynacı kardeşime, halkla ilişkiler uzmanı sekreter Sudanlı Kevser kardeşime, bize üç öğün güzel yemekler hazırlayıp ayakta kalmamızı sağlayan Recep ustaya teşekkürlerimi bildirmek istiyorum (İsmini saydığım insanların hepsi benim için birer gizli kahramandır.).
Bu proje, gerçekten güzel ve özenli hazırlanmış bir proje. Ben bu tür bir projeye ilk defa katıldım. Bundan sonra yine konusu “insani yardım” olan başka projelere de katılmak ümidiyle saygılarımı sunarım.
Hemşire Ayşe Yazar
Konya Numune Hastanesi