Nijer Hatırası
Nijer belki çoğumuzun adını bile bilmediği bir ülke. Bu ülkeye İHH’nın katarakt projesi dahilinde gitme fırsatım oldu ve iyi ki bu fırsatı değerlendirdim diyorum kendi kendime. İnsan her zaman kendinden zor durumda olana bakmalı deriz ama bir türlü hayata geçiremeyiz bu söylemi ve hep lafta ya da satır aralarında kalır. Bu sefer benim için öyle olmadı ve gidip bizden çok çok zor şartlarda yaşam mücadelesi veren bu sevimli insanları tanıdım.
Suyun, elektriğin, marketin, dev alışveriş merkezlerinin olmadığı bir ülke Nijer. Buna rağmen insanları mutlu, fakat gelecekten oldukça umutsuz bir ülke. Çocukların gözlerindeki ışıltıya karşın büyüklerin çaresiz, umutsuz bakışları insanın yüreğini paramparça ediyor. Hele benim gibi çikolatayı çok seven ve anne olan birini daha çok etkiliyor burası. Bu satırları yazmama ise aşağıda anlatmaya çalışacağım olay neden oldu.
Nijer’in başkenti Niamey’de iki gün konaklamıştık. Kaldığımız otelin yakınlarındaki bir ailenin çocukları ile arkadaş olmuştuk. Çocuklara sonunda adımızı söylemeyi öğretmiştik. Çok tatlı, capcanlı çocuklardı. Bir gün çocuklarla oynadıktan sonra onlara çikolata ikram ettik. Çocukların annesinin, çocuklara ikram ettiğimiz çikolatayı çocukların elinden bir kapışı vardı ki hâlâ çikolata yerken içim burkulur.
Nijer’de sabah kuş sesleri ile uyanırsınız, rengarenk kertenkeleler size eşlik eder. Hepsi sabah seremonisinin bir parçasıdır. Ardından çölün sıcaklığı kendini gösterir. Bu seslere çocukların cıvıltısı da eklendi mi harika olur. Hayat erken başlar Nijer’de. Çocukların birçoğu hasta olmasına rağmen gözlerindeki umudu görebilirsiniz. Bakışlarını utangaç bir edayla kaçırırlar sizden. Hele büyüklerin gözlerindeki çaresizlik ifadesi yüreğinizi dağlar geçer. Burada sömürünün etkisini her alanda gözlemleyebiliyorsunuz ve kendi kendinize diyorsunuz ki, “Bir insan diğer bir insana ancak bu kadar kötülük yapabilir.” Çünkü bu halkın düşünme yeteneği bile elinden alınmış. O kadar tepkisizler ki şaşar kalırsınız. Bir gün hastane bahçesinde 700 kişinin olduğunu söylediklerinde çok şaşırmıştık. Çünkü içeri hiç insan sesi gelmiyordu. 4-5 saatlik yoldan yürüyerek gelmişlerdi ve ameliyat sonrası da hastane bahçesinde kalacaklardı, belki de o geceyi aç (gerçi hep açlar zaten) geçirecekler ve yine de şikayet etmeden, itişip kakışmadan öylece duruyorlardı. Türkiye’de böyle bir şey olabilir mi, düşünün? Bu zahmetli bekleyişin sonrasında onlar yıllarca bekledikleri ışığa kavuşacaklar.
Eğer gençlerimiz düşünür, üretir ve en önemlisi hissederlerse veya biz büyükler bizzat onlara örnek olabilirsek çok güzel şeyler yapabiliriz. Teşbihte hata olmazsa anlatacaklarımı yazar Sunay Akın’ın “Kız Kulesi’ndeki Kızılderili” kitabında okuduğum bir Afrika atasözü ile bitirmek istiyorum. “Aslanlar kendi tarihlerini yazmadıkça avcılar kahraman olur.” Gelin hep birlikte avcı olmaktansa Afrika’da aslanlar yetiştirelim. Yüreğimizi ve sevgimizi birleştirirsek inanın bu hiç de ulaşılmaz, ütopik değil; el ele verirsek başarabiliriz. Doğum oranı ile ölüm oranının eşit olduğu bu ülkede hiç değilse bundan sonra doğanlara umut ışığı olabiliriz.
Dilara Aslantaş
Lütfiye Nuri Mura Devlet Hastanesi / İstanbul