Mavi Marmara yolcularından Şeza Berakat Bint Abdüllatif, 1965 Suriye doğumlu. Şam Üniversitesi Arap Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu. Yirmi yılı aşkın bir süre Arapça öğretmenliği yaptı ve hâlihazırda yabancı diller ve bilgisayar eğitimi verilen Al Maaref Academy’nin müdürü. Aynı zamanda yazar olan Şeza Berakat’ın çocuklar için kaleme aldığı hikâye kitapları da bulunuyor.
İHH Kitap’tan çıkan Zahide Tuba Kor’un hazırladığı “Küresel Vicdan’ın Dilinden Özgürlük Filosu: Yolcularla Söyleşiler” kitabında Şeza Berakat’ın da bir röportajı var. Şeza’nın yaşadıklarından kesitler ise şöyle:
Gemide çok farklı milletlerden ve dinlerden yolcular arasında tam bir kardeşlik ve sevgi atmosferi vardı. Filoya otuz altı ülke vatandaşı katılmıştı; Yahudi’si, Müslüman’ı, Hristiyan’ı ve ateisti hep birlikteydik. Bütün insanlığı ilgilendiren bir mesele için bir araya toplanmıştık. Zira bir grup insan abluka altındaydı. İsrail her gün onları bombalarla, füzelerle ve ölümle tehdit ediyor; tarım arazilerini tahrip ediyor; çalışmalarına ve seyahat etmelerine engel oluyordu. Filistin’de insanlar, en temel haklarından bile mahrumdu; en düşük hayat standardından dahi yoksundu; özgür ve onurlu bir hayat sürme hakları yoktu. Hepimiz Mavi Marmara’da onları düşünüyorduk. Gazze bizi bir araya getirmiş ve bize izzet olmuştu.
*
Tıbbi yardıma ihtiyaç olduğu söylendi; kadınlardan doktor, hemşire veya yaralılara yardım edebilecek durumda olanlar yukarıya çağrıldı.
Yardım için dışarı çıktım. Üst kata çıktıkça duvarların ve merdivenlerin kana boyandığını gördüm. Daracık koridorda bir kargaşa vardı. İki veya üç yaralı yerde yatıyor ve bir grup genç de onları hayata döndürmek için çabalıyordu. Erkeklerin kamarasına girdiğimde her tarafın yaralılarla dolu olduğunu gördüm. Bütün bu olup bitenler on beş dakikadan az bir zamanda gerçekleşmişti. Benzeri görülmemiş bir vahşet söz konusuydu. Gemide insani yardım vardı, silah yoktu. Nasıl oluyordu da oda bu kadar çok yaralıyla dolabiliyordu! (Bu arada iki İsrailli askerin gençler tarafından esir alındığını gördüm; tıbbi yardım için yaralıların bulunduğu odaya getirilmişlerdi.) Yerdeki yaralılardan birinin sağ kolunda ciddi bir kırık vardı ve hatta kemiği görünüyordu. Kırılan kola geçici bir sargı yapmaya çalıştım, tıbbi malzemeler arasında olmadığı için. Bu yüzden boş ilaç kutularının kartonlarını aldım ve onlardan sargı için gerekli mukavvayı çıkarmaya çalıştım. Hanım kardeşlerimizden birinin de yardımıyla kırık kola geçici bir sargı yapıp bağladım.
*
Şehitleri getirip önümüze koydukları sahneyi asla unutamam. Onları kendi çocuklarım veya erkek kardeşlerim gibi hissettim; içlerinden biri de yaşı itibarıyla babam olabilirdi. Önlerinde oturdum. İkisinin yüzündeki örtüyü kaldırıp ağlamaya başladım. “Allah’ın şehitlere vaadinin gerçek olduğunu gördünüz mü?” diye sordum ve ekledim: “Allah’a hamdolsun ki, bu zalim dünyayı terk edip cennete kavuşabildiniz, inşallah.”
*
Özgürlük Filosu’nda mutlak hürriyeti ve mutlak sevgiyi yaşarken ansızın ellerin kelepçelenip bir esir haline getiriliyorsun! Tuvalete gitmek yasaklanıyor. Ne yiyecek ne de su veriliyor. Konuşman bile yasaklanıyor. O sırada esir Filistinli hanımları düşündüm, onca sene İsrail hapishanelerinde kalmaya nasıl katlanıyorlar diye.
*
Askerlerden biri yerdeki can yeleğine bastı ve yelekteki fosfor şerit parladı; “Bomba, bomba” diye bağırıp kaçıştılar. Bir kadın subay üzerimi ararken cebimden bir kalem çıkardı; çığlıklar atarak kalemi elinden fırlattı. Ne kadar korktuklarını düşünebiliyor musunuz?