İsrail askerlerinin Mavi Marmara gemisine yaptığı saldırının ilk anlarında yaralanan kişilerin revire indirilmesine yardımcı olan Çetin Topçuoğlu, son getirdiği yaralıyı revire bıraktıktan birkaç dakika sonra kendisi yaralandı. Ağır şekilde yaralanan Çetin Topçuoğlu, Mavi Marmara’da eşi Çiğdem Topçuoğlu’nun gözleri önünde can verdi. Çiğdem Topçuoğlu olay esnasında yaşadıklarını anlattı.
Çiğdem Topçuoğlu (1965) Adana doğumlu. Tekvando dalında milli sporcu ve 2011 Türkiye şampiyonu. Gazze Özgürlük Filosu’na milli tekvandocu olan eşi Şehit Çetin Topçuoğlu (1956) ile birlikte katıldı. Çiğdem ve Çetin Topçuoğlu’nun Aytek adında (1984) bir oğulları var. Çiğdem Topçuoğlu, halihazırda Çukurova Üniversitesin’de tekvando eğitmeni olarak görev yapıyor. Çiğdem Topçuoğlu’nun dilinden İsrail saldırısı esnasında yaşananlar şöyle:
Gemideki atmosfer çok çok güzeldi. Gemide bulunan herkes çok neşeliydi. Gemide bizlere çok güzellikler sunuldu, çok güzel anılarımız oldu. Gerek gemide gerekse Antalya’da daha yola çıkmadan yaşadıklarımız unutulmazdı. Mesela kuşlar bize sürekli yarenlik ediyordu. Antalya Limanı’nda bize eşlik etmeye başlamışlardı. Sürekli serçeler uçuyordu etrafımızda. Çetin Bey de onların fotoğraflarını çekiyordu. Gemide de kuşlar etrafımızdaydı. Ben gemide ona “Kuşların seni bırakmış.” dedim ve o anda da yine bir serçe denizin ortasında uçmaya başladı. O da “Bak gördün mü, beni terk etmediler.” dedi. Ve daha sonra o kuş güvertede herkesin üzerinden uçup Çetin Bey’in omzuna kondu. Kuşlarla bir bağı vardı sanki. Bizi cezaevine koyduklarında avluda bir sandalyenin üzerine eşimin kanlı kıyafetlerini koymuştum kurumaları için. Düşünceye dalmıştım, tefekkür ediyordum. O sırada da bir kuş geldi deli gibi uçarak mazgalların üzerine kondu. İçeriye giremiyordu çünkü. Sanki Türkiye’ye dönene kadar o kuş benimle konuştu. Türkiye’ye döndükten beri de nereye gidersem bir kuş beni takip ediyor, balkonda da kuşlarımız var. Eşim kuşları çok seviyordu, rabbim bana böyle bir hatıra bıraktı.
*
30 Mayıs günü akşam 22:00 sularıydı. Geminin etrafındaki ışıkları fark etmiş, ikimiz de panik olmuştuk. Diğer gemilerle irtibat kurulmuştu ve etrafımızın tamamen kuşatıldığını öğrenmiştik. Halbuki o gece gemiden canlı bir konser yayını olacaktı, insanlar neşe ile o konseri bekliyordu. Konserin iptal olduğunu öğrendik. Saat 24:00 civarıydı, üst güverteden hücumbotların etrafımızda dolaştığını, bir ileri bir geri gidip bizi sıkıştırdıklarını görüyorduk. Çetin Bey yanımdaydı ve dua ediyorduk. Sabaha kadar güvertedeydik, Yasin-i Şerif okuduk, dua ettik. Sabah ezanı okunurken ayrıldık, bana “Allah’a emanet ol!” dedi; ben de ona dikkatli olmasını söyledim. Can yeleğimi kontrol etti, yeleğimi öyle sıkıca bağladı, düğüm attı ki bir an nefes almakta zorlandım. “Çetin, çok sıktın.” dedim; o da “Bu yelek üstünden çıkmayacak, seni yukarıda görmeyeceğim, bana söz ver!” dedi. Ben de “Söz vermiyorum.” dedim ve aşağıya indim. Aşağı inince namazımı kıldım, selam vermemle birlikte bir arkadaşın gelip “Saldırıya uğradık, acilen dua edin, bayanlar sakin olun!” demesi bir oldu. O an tüm bayanlar dua etmeye başladılar. Ben bayanların güvenliği için salonun demir pencerelerini kapatmıştım önceden. Bayanların kaldığı salonun kapısına da bayan arkadaşlardan nöbetçi koymuş, lüzumsuz yere bayanlar dışarı çıkmasınlar herhangi bir karışıklık olmasın demiştik.
Ben yukarı çıkmıştım. Çetin Bey yaralıları taşıyordu. Komşumuzu getirdi, bir arkadaşımızı getirdi, bir İsrail askeri getirildi. Çetin Bey’in sol kolunda tamamen yeşil fosforlu bir renk gördüm, “Gülüm sen yarlanmışsın?” dedim, güzel bir montu vardı onu göstererek “Yok bir şey, bundan bir şey geçmiyor.” dedi. Sonra “Hadi canım, sen de kendine dikkat et gülüm” dedi ve gitti. Ben de dışarı çıkmak istiyordum. Bulunduğumuz yer bir koridordu, yaralıları koyuyorlardı, ben sol taraftan dışarı çıkmak istiyordum, Çetin karşı taraftaydı aramızda 20 metrelik bir mesafe vardı. Nasıl olduysa oradan geldi ve bana “Gir içeri!” dedi. Ben içerideyken Çetin Bey’in sesi kulağıma geliyordu. Çünkü sürekli bir şeyler söylüyor, “Yaralılara dikkat edin!” gibi ikazlarda bulunuyordu. Bir süre sonra Çetin Bey’in sesini duymadığımı fark ettim. Yanımda bulunan bir ağabeye “Çetin’i gördünüz mü?” diye sordum. Onun “Çetin, çok iyi.” demesine kalmadan dışarıya adımımı atar atmaz yerde birisinin yattığını gördüm. Önce net bir şekilde anlayamadım, aşama aşama gördüm Çetin’i. Yanına gittim, ayaklarına dokundum, “Gülüm sen niye yatıyorsun burada, kalk burası savaş alanı gibi, sen yaralandın galiba…” benzeri şeyler söyledim. Sol kolunu kaldırdım, tepki vermedi. Kolu düştü… Bunun üzerine eğilip nefesini ve kalp atışlarını kontrol ettim. Nefesi çok derinden geliyordu. Kıyafetlerini kestim, vücudunda kanama yoktu. Hiçbir yerde kanama yoktu. Kalp masajına başladım, ikinci kez kalp masajı yaptığımda elimin altında bir şeyler patlamaya başladı. Öyle bir kurşun kullanmışlar ki vücudunun içinde patladı. Peşi sıra Çetin’in ağız ve burnundan kanlar gelmeye başladı. Başının tam arkasından bir kurşun girdiğini ve gövdesinde de kurşunlar olduğunu fark ettim o sıra. “Doktor Bey, nefes alıyor, ağzına pet takın.” dediğimi hatırlıyorum. Ağzına pet taktılar. Doktor Bey beni işaret ederek “Alın şu kadını” dedi. Eşi olduğumu bilmiyordu tabii… Ben ise ne yaptığımın farkında değilim ama bir taşkınlık yaptığımı da düşünmüyorum. Çetin’e “Çetin, bana son bir şey söyle, biliyorum gidiyorsun.” dedim. İçimden “Rabbim bana son bir şeyler söylesin, öyle sana gelsin.” diyordum. O an Rabbim dualarıma yanıt verdi ve Çetin’in mırıldandığını bana bir şeyler söylemeye çalıştığını duydum. Suyunu içirdim, Kur’an okudum, “Ben senden razıyım, Allah da senden razı olsun. Senden yana haklarım sonsuz kere helal olsun. Söz veriyorum elimdeki bu kan kurumayacak hem oğlum hem de ben senin yolunda olacağız.” dedim. Son olarak “Gidiyorsun, efendimize selam söyle.” dedim ve gözlerini kapattım, yanından kalktım…
*
Hapishanede kaldığımız hücreye her yarım saatte bir ışık tutuyorlardı. Hapishanede beni sorguladılar. Sorguya yalnız girmek istemedim. Avukat istedim. Aramızda avukat arkadaşlar vardı onlardan birini istedim. İzin vermediler, beni tek başıma sorguya aldılar. Eşimin öldüğünü öğrendikleri için şehitlerin fotoğraflarını gösterdiler. Cevdet arkadaşımızı görünce tanıdım. “Aaa Cevdet ağabey!” diye tepki verince, “Sen nereden tanıyorsun?” diye sordular. Gemide fotoğraf çektiğini, basın odasında bize yardımcı olduğunu söyledim. En son sorguda eşimin fotoğrafını gösterdiler. “Bu kişi eşiniz mi değil mi? Kaç tane İsrail askerini öldürdü? Hangi terör örgütüne mensupsunuz? Neden topraklarımızı işgal etmeye geldiniz?” gibi saçma sapan sorular sordular. Sorgudaki kişiler İstanbul aksanı ile çok güzel Türkçe konuşuyorlardı. Hapishaneden çıkana kadar eziyetleri devam etti. Telefonla görüşmemize izin vermediler. Hapishanede onların verdikleri hiçbir şeyi yemedim, içmedim…
(Çiğdem Topçuoğlu ve diğer filo yolcularının yaşadıklarını İHH Kitap’tan çıkan Küresel Vicdanın Dilinden Özgürlük Filosu–Yolcularla Söyleşiler kitabından okuyabilirsiniz: http://www.ihh.org.tr/mavi-marmara-yayin-dunyasina-da-yelken-acti/