Dr. Ekrem Hicazi
Doğu Türkistan konusunu araştıran bir kişinin bölgeye dair herhangi bir meseleyi olduğu gibi yazması çok zordur. Özellikle de medeniyetinden, kültüründen, tarihinden, hukukundan, insanlığından ve hatta biyolojik yapısından tecrit edilen bir halkın bulunduğunu ortaya çıkaran biri için bu daha da zordur. Bir halk, yüzlerce yıl değilse de onlarca yıldır soykırıma maruz kalmakta, ancak sesini kimselere duyuramamaktadır. Duyulan sadece kurbanların kararlılığı, sağlam iradeleri ve imanlarının gücüdür. “Gözyaşları oluk olup her yere akarken”, soykırım suçları her türlü sınırları aşarken hangi konuyu yazıp da diğerini görmezden gelebilirsiniz ki? Hatta söz konusu suçları ayrıntılı olarak derlemek ve belgelemek nerede ise imkânsızdır. Bu suçları ancak “ırkçılık suçları” gibi genel başlıklar altında tasnif etmek mümkündür. İstihdam, iskân, eğitim, sağlık, evlenme, göç ve nüfus planlaması alanında işlenen suçlar da genel başlıklarla tasnif edilebilir. Camileri, Kur’an okumayı, din eğitimini, din kitaplarını, mushafları, İslami sembolleri ve İslami kisveleri yasaklamak; âlimleri, din adamlarını ve imamları öldürmek veya baskı altında tutmak, dinsizliği yaymak, şeriat hükümlerini yasaklamak, dinle savaşmak ve İslam’ı tahkir etmek dinî özgürlüklerin ihlali bağlamında değerlendirilebilir. Bulaşıcı hastalık taşıyan veya öldürücü aşılar yapmak, Uygurlar arasında uyuşturucu madde ve içki kullanımını yaygınlaştırmak ve nükleer denemeler sebebiyle çeşitli hastalıklara neden olmak sağlıkla ilgili ihlaller arasında zikredilebilir. Kültürel ihlallere örnek olarak da tarihi çarpıtma, halkın ve Türkistan topraklarının kimliğini inkâr etme, kültür ve tarihe ilişkin bütün izleri silip yok etme çabalarını gösterebiliriz; ve bunlara benzer daha nice başlıklar sayabiliriz.
Doğu Türkistan’ın yaşadığı trajedilerin uzun bir tarihî süreci vardır. Büyük devletlerin kurbanı olan Türkistan toprakları, Sovyetler Birliği yıkılıp beş Orta Asya cumhuriyeti2 kurulmadan önce Sovyet nüfuzu altında kalan “Batı Türkistan” ve Rusya ile Çin arasında kavga konusu olup, 1949 yılından günümüze kadar komünist Çin yönetimi altında kalan “Doğu Türkistan” topraklarını kapsamaktadır. Çin, komünizm döneminden önce ve sonra “soykırım”dan daha hafif bir kelimeyle nitelenmesi mümkün olmayan her türlü politikayı ve icraatı Doğu Türkistanlılar üzerinde uygulamıştır. Kesin olarak söylemek gerekirse, 1648-1759 yılları arasında Türkistan’a karşı düzenlenen Mançu saldırılarında, Çin arşivlerindeki belgelere göre, 1.200.000 Müslüman hayatını kaybetmiş ve 22.500 aile zorunlu göçe tabi tutularak Çin’e sürgün edilmiştir.3
Doğu Türkistan’ın bugünkü dramına gelince, bir yandan hâlihazırdaki durumun kötülüğüne, diğer yandan da Uygur Müslümanlarıyla Çinliler arasındaki güç dengesine bakıldığında Uygurların özgürlük ve bağımsızlık isteklerini gerçekleştirme ihtimalinin zayıf olduğu görülmektedir. Doğu Türkistan kimliğini yok etmeye çalışan Çinlileştirme politikaları göz önüne alındığında bu durum daha da belirginleşir.
Uygurlar, başka hiçbir halkın yaşamadığı zulümleri yaşamıştır. Benzeri bir durumu, ülkeleri İngilizler tarafından 1916’da işgal edilip 1948’de İsrail devleti kurulmak üzere Yahudilere teslim edilen Filistinliler de yaşamıştır. İşgalci İsrail devletinin kurulduğu tarih olan 1948 yılı aynı zamanda Doğu Türkistan’ın komünistler tarafından işgal edildiği yıldır. İşte bu sebeple bazı yazarlar ve araştırmacılar Doğu Türkistan için “unutulmuş Filistin” ifadesini kullanmaktadırlar. Belki de Doğu Türkistan, “yitirilmiş Endülüs” gibi, Filistin’den daha kötü bir hâle gelecektir. Çünkü İsrail, coğrafi ve tarihî yönden birbirine benzeyen bir muhitte ekilip büyütülmüş ve demografik olarak her yönden sürekli düşüş gösteren suni bir devlet olmaya devam edecektir. Oysa Doğu Türkistan’ın geleceği Çinli nüfus tarafından yutulma tehlikesiyle karşı karşıyadır.
1992’de Sovyetler Birliği’nin yıkılması ve 11 Eylül 2001 saldırıları gibi iki çok önemli olayı takip eden dönem ve öncesi için ortaya atılabilecek pek çok soru olduğu gibi, bunlara verilebilecek cevaplar da çoktur. Fakat en önemli soru şudur: Acaba Çin, Doğu Türkistan’ı kendi politikalarının tutsağı hâline getirecek şekilde Doğu Türkistan meselesine bulaşmış mıdır? Ama belki de bu soru güçler dengesi mantığına aykırıdır.
Ancak tartışma konusu yapılabilecek bir araştırmaya göre; ülkeleri parçalama hususunda sahip olduğu bütün güç unsurlarına rağmen Çin, aşağıda yer alan şu iki konuda -tartışılabilir olmakla beraber- gerçek bir açmaz içindedir.